Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, Interstellar filmi üzerinden insanın, kendi yarattığı yıkımın görkemine bakarken çaresizleşmesi üzerine konuşuyor ve biraz da Antroposen mitolojisi üzerinde duruyor.
“Eğer aradığınız şey görsel bir ihtişamsa, bu film bunu sunuyor.”
— The Observer, 2014

Christopher Nolan’ın Interstellar’ı üzerine yazılmış bu cümle, filmin hem vaadini, hem de açmazını özetler. Görsel büyüklükle düşünsel derinlik arasındaki o kadim gerilim, Antroposen çağının da özünü taşır: İnsan, kendi yarattığı yıkımın görkemine bakarken hem büyülenir, hem de çaresizleşir.

Toz Çağı: Dust Bowl ve Antroposen’in Başlangıcı
Interstellar’ın açılışında yükselen toz bulutları, yalnızca bir distopya dekoru değildir. Bu sahne, tarihte gerçekten yaşanmış bir felaketi —1930’ların “Dust Bowl” dönemini— çağrıştırır.
1930’larda Amerika ve Kanada bozkırlarında meydana gelen Dust Bowl, iklimsel kuraklıkla insan eliyle yapılan hataların birleşiminden doğmuştu: aşırı sürülmüş toprak, yok edilmiş çayır bitkileri ve yanlış tarım teknikleri. Rüzgârın önünde savrulan toprağın gökyüzünü kararttığı, gündüzü geceye çevirdiği bu dönem, modern çağın ilk büyük ekolojik çöküşlerinden biri olarak kabul edilir.

Bu 'toz çağında' insanlar evlerini terk etti; toprağını kaybeden yüz binlerce çiftçi Kaliforniya’ya göç etti. Arthur Rothstein’ın 1936’da çektiği 'Farmer and Sons Walking in the Face of a Dust Storm' fotoğrafı, insanın doğayla çatışmasının sembolü hâline geldi.
Christopher Nolan’ın filmindeki tozlu atmosfer, işte bu tarihsel belleğin sinemadaki yankısıdır. Filmin 'yeni bir Dünya arayışı', aslında Dust Bowl’un bıraktığı kültürel mirasın doğayı kontrol etme arzusunun yarattığı felaketin uzaya taşınmış hâlidir.

Kaçışın Etiği: Uzay, Bilim ve Kurtuluş
The Observer eleştirisi, filmin ‘space ark’ metaforuna dikkat çeker: İnsanlığı kurtaracak bir uzay gemisi — modern bir Nuh’un Gemisi. Bu, Antroposen’in merkezindeki mitin sinemadaki yansımasıdır: "Gezegeni kurtaramıyorsak, ondan kaçalım.”
Bilim burada hem kurtarıcı, hem de suç ortağıdır. Profesör Brand’in 'yerçekimi problemini çözmek' için yürüttüğü çalışma, bilimin etik sorumlulukla nasıl çatıştığını gösterir.
Dust Bowl döneminde de aynı inanç hâkimdi: “Rain follows the plow” — “Yağmur sabanı takip eder.”
Yani insanın toprağa hükmetmesi, iklimi değiştirebilir sanılıyordu. Bu inanç, milyonlarca dönüm toprağın yok olmasına neden olmuştu. Interstellar, bu yanılgının kozmik ölçekte tekrarıdır. Antroposen’de olduğu gibi, insanlığın kendi hatasının çözümünü yine kendi dehasında aradığı bir döngü.

Zaman ve Kuşaklar: Geleceğe Bırakılan Miras
Filmin merkezinde zamanın göreceliği kadar, sorumluluğun mutlaklığı vardır. Filmdeki ana karakter Cooper, kızını ardında bırakırken yalnızca bir ebeveyn değil, geleceğe karşı etik bir öznedir - tıpkı Dust Bowl döneminde çocuklarını toz fırtınalarından korumaya çalışan aileler gibi.
1930’larda toz yalnızca toprağı değil, belleği de örtmüştü. İnsanlar 'rüzgârın diliyle' konuşan bir doğaya kulak vermemiş, kısa vadeli üretim için kökleri sökmüştü.
Interstellar’da Murph’ün çocukken odasındaki 'hayalet mesajlar', tam da bu unutulmuş doğa dilinin metaforudur — geçmişin geleceğe attığı yardım çığlığı.
![]()
Aşk, Yerçekimi ve Bağ Kurma Arzusu
Eleştirinin en çarpıcı cümlesi şudur: “The constant in both stories is neither time, space, nor gravity, but love.”
Buradaki 'aşk', romantik bir duygu değil, gezegensel bir bağlılık biçimidir. Dr. Brand’in, “Belki de aşk, insan bilincinin ötesinde bir şeyleri anlamamıza yarayan bir kuvvettir” sözleri, Antroposen’in ahlaki eksenini tanımlar çünkü doğayla yeniden bağ kurmak, bilimsel değil, varoluşsal bir meseledir. Bu anlamda aşk, yerçekiminden daha güçlüdür: Bizi dünyaya çeken görünmez bağdır.

Görsel İhtişam ve Antroposen’in Estetik Tuzağı
The Observer’ın şu tespiti, hem filme hem çağa ışık tutar: “No one working in cinema today has as much faith in the overwhelming power of the image as Nolan.”
Antroposen de tam olarak bu 'görüntüye iman' hâlidir; uydu fotoğrafları, drone çekimleri, yanmış ormanların üstten görüntüleri, felaketin estetize edilmiş hâli.
Christopher Nolan’ın görkemli sinematografisi, felaketin cazibesini görünür kılar ama aynı zamanda duyarsızlıkla başa çıkma stratejisi olarak da işler: Yıkım, izlenebilir olduğu sürece katlanılabilir olur.
Dust Bowl döneminde de manzara aynıydı: Fotoğraflar, gazetelerde 'tozun romantizmi'ni taşırdı. İnsan, kendi yok oluşuna bile bir estetik üretme yeteneğiyle yaklaşmıştı.

Işığın Hafızası: Sinemanın Jeolojisi
The Observer eleştirisinin sonunda, Interstellar'ı sinema tarihinin bir yankısı olarak tanımlanır. Georges Méliès’in A Trip to the Moon’undan Christopher Nolan’a uzanan çizgi, aslında insanın doğayı terk etme arzusunun görsel tarihidir ama bu tarih, aynı zamanda ışığın hafızasıdır: Her kare, geçmişin yankılarını taşır.
Dust Bowl’un siyah gökyüzü ile Interstellar’ın yıldızlı karanlığı aynı görüntünün iki kutbudur. Biri dünyadan, diğeri uzaydan bakar ama ikisi de insanın doğayla kopan ilişkisinin izidir.

Sonuç: Hatırlamanın Estetiği
Christopher Nolan’ın evreni, bir kurtuluş hikâyesi değil, bir hatırlama pratiğidir. Zamanın tozu, belleğin bir biçimidir: Unuttuğumuz dünya, unuttuğumuz ilişkiler, unuttuğumuz sorumluluklar.
Dust Bowl’da toprağın kökleri sökülmüştü; Antroposen’de ise anlamın kökleri.
Interstellar, bu köksüzlükle yüzleşme çağrısıdır. “Belki de bizi kurtaracak olan şey, daha fazlasını görmek değil, gördüklerimizi hatırlamaktır.”


