22 Ocak 2008Radikal Gazetesi
Üzerinden bir yıl geçti. Üzerimizden bir yıl geçti. Hırant'ı bir yıl önce, gün ortasında, sokak ortasında devirdiler. Bu cümleyi, hemen 'cinayet hâlâ aydınlatılmadı' diye bitimeyeceğim. Bu, sıradan bir cinayet değil, sadece sevdiğimiz bir insanı yitirmek konusu da değil. O nedenle cinayetin aydınlatılması tabii ki siyasi bir mesele. Hepimizin takipçisi olmamız gereken bir konu. Ben, Türkiye'nin 'alacakaranlık kuşağı'nda olduğu bir dönemde yaşadığımızı düşünüyorum. Bu kuşakta işlenen cinayetler kolay kolay aydınlanmaz. Diğer taraftan, bu kuşaktan çıkmanın yollarından biri, bu türden cinayetlerin takipçisi olmak. Ve daha birçok şey. Bunlardan biri de kuşkusuz, 301 ve benzeri söz söyleme özgürlüğü davalarının takipçisisi olmak. Ama sadece o da değil. Hırant'ı anmak için Agos önünde toplandığımızda, sevgili eşi Rakel Dink, keşke yaşasaydı, 301'den hapiste olacaktı dedi. Bu muhteşem ironinin çerçevesinde söylenmiş olan o kadar çok şey varki. Hırant gibi biri için bu ülkede olasılık, ölmekle, hapiste olmak arasında demek ki. Bu, korkunç bir şey. Ama hiçbir şey ölmekten öte değil. Önce, kim neyi planlamış olursa olsun, kim kimi azmettirmiş olursa olsun, kim neye göz yummuş olursa olsun, kimsenin aklının kolayca, bir Ermeni'yi, bir Kürt'ü, kolayca düşman ilan edilebilen herhangi birini çekip vurmaya yatmaması lazım. Gençlerinin bir tanesinin bile, böyle bir olaydan sonra, beyaz bere satın almak bir yana, hepsinin beyaz beresini siyaha boyadığını duyacağımız bir ülke olmalı burası. Hepimizin önce can güvenliği, sonra söz söyleme hürriyeti, öldüreni kutlayan değil, kovalayan bir ülkeye dönüşmemize bağlı. Alacakaranlık kuşağından çıkmamız önce buna bağlı. Hırant, bunu gerçekleştirmenin mücadelesini veren biriydi. Onun davasını takip edenlerin derdinin de bu olduğundan kuşkum yok, ama dilleri, edaları onunkini tutmuyor. Anma rozetlerimizde 'Hepimiz Hırant'ız' diyordu. Öldürene, öldürenlere diklenmek adına evet, 'Hepimiz Hırant'ız' ama, hayır 'Hepimiz Hırant' değiliz. Hırant'ın dilini, içtenliğini yakalamak kolay değil, ama en azından denemek zorundayız. Kalabalıkların ezberini bozmak ancak o dille, o içtenlikle mümkün. Hırant, Ermeni meselesi üzerine konuşurken, 'onur' diyordu, 'Ermeniler bölmek için değil, ölmek için bu topraklara dönmek istiyor' diyordu, yedeğinde en bağnaz adamın boğazını düğümleyecek insan hikâyeleri vardı. '301'e hayır' veya soğuk demokrasi nutukları, hiçbir toplumda ezber bozmaya yetmez, yetemez. Bırakın kalabalıkların ezberini bozmayı, Hırant'ın davasını takip edenler, işi hızla bir klik meselesi haline getirmekte sakınca görmediler. Bakın, Hırant'ın rehberliğinde, barış adına Ermenistan'a ilk ziyaret gerçekleştiren grup Doğu Konferansı grubuydu. Ne bu girişimden bir satır söz eden çıktı, ne 'Hırant'ın arkadaşları' adına toplanan imzadan benim dışımda bu gruptan kimseye haber verildi. Bu gruptan, örneğin Mehmet Bekaroğlu, Yıldız Ramazanoğlu, Aydın Çubukçu insan hakları, özgürlükler mücadelelerinde sicilleri son derece parlak isimler. Hal böyleyken onlar gibileri ısrarla dışarıda tutmanın gerekçesi ne olabilir merak ediyorum. Hırant'ın katlinin hemen ardından yapılan hiçbir anma toplantısından, önceleri ben de haberdar edilmedim. Sonunda, Hırant için çıkan anma kitabına yazmam için Hırant'ın sevgili kardeşi aradığında, bu duygumu onunla da paylaştım. Bu, sıradan bir sen ben davası değil, daha tatsız, daha sorunlu bir şey. Onun için sizlerle de paylaşma ihtiyacı duydum. Kısacası demem o ki, bir alacakaranlık kuşağından, ne kuru laflarla demokrasi nutuğu atarak, ne Hırant'ı kalkan yaparak ve de bu işi kapalı bir kliğe dönüştürerek falan çıkmamız mümkün değil. Hırant'ı anarken, onun dilinin, içtenliğinin şifresi üzerine bir kez daha düşünmenin tam zamanı.