Tarih Olabilmek

-
Aa
+
a
a
a

Kıbrıs meselesi, Kıbrıs’ın yalnızca Rum kesimi olarak mı, yoksa tüm Kıbrıs olarak mı Avrupalı olacağı sorusu, şimdilerde herkesi yakından ilgilendiriyor.. Avrupa’da da en çok konuşulan siyasi konulardan birisi bu...

 

İsrail’in artık ‘katliam’ boyutuna eren siyasi cinayetleri için pek kılını kıpırdatmayan uluslararası kamuoyu, 800 bin nüfuslu bu “altın ada” için her gün ‘sözde’ kafa yoruyor ve çözüm üretiyor...

 

Oysa, kapalı kapılar ardında bu sorun çoktan çözülmüş ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’a da, kararlaştırılan senaryoyu sahneye koyması söylenmişti.

 

Bu işlerde gayet başarılı olan Annan, planı uygulamaya koyduğu zaman karşısında bunca güçlü bir ‘muhalefet’ ile karşılaşacağını biliyor muydu? Ya da Denktaş’ın dışında bir muhalefetin varlığından, Kıbrıs Rum Kesimi’nin aslında birleşmeden yana olmadığından haberdar mıydı?

 

Kıbrıs Adası’nın iki toplumlu, yeni bayraklı, tek bir devlet olup olmayacağına karar verecek olan Türk ve Rum toplumlarının katılacağı referandum öncesinde ortaya çıkan en önemli gerçek, bunca yıldır sürdürülen toplumlararası görüşmelerde, Rauf Denktaş’ın haklı olduğu gerçeğidir. Yani çözümden yana olmayan aslında Rumlar... Son yapılan açıklamalar ve kamuoyu yoklamaları da bunu göstermiyor mu?

 

Ama, bugün gelinen noktada Rauf Denktaş’ın tutumunu batı dünyası hiç de olumlu değerlendirmiyor. Çünkü, yıllardır sürdürdüğü “Uzlaşmak istemeyen biz değil, Rumlardır” söyleminin sağlaması yapılmış olduğu halde, o da halâ ‘hayır’a prim vermeyi sürdürüyor.

 

Oysa, dünyada ulusallık anlayışının çoktan değiştiğini fark edecek kadar ‘uluslararası deneyimi’ olan bir devlet adamının kıvraklığı bekleniyordu ondan. Rauf Denktaş, tam tarih olabilecekken, bir yanlışın izdüşümü üzerinde direnerek bu fırsatı kaçırmıyor mu?

 

Bugün İsrail’de olup bitenler ve Filistin üzerine oynanmakta olan oyun, Yahudilerin 2. Dünya Savaşı’nda düşmüş oldukları durumu ve onlara sahip çıkmış olan uluslararası kamuoyunu nasıl hiddetlendiriyorsa; ABD başkanı G.W. Bush’u tarih daha bugünden suçlu sandalyesine, Irak’ta giriştiği ve yol açtığı katliamlardan ötürü nasıl oturtmuşsa ve tarihe notlar nasıl düşülmüşse, Kıbrıs için de Denktaş’ın seçtiği yol budur.

 

Bundan yaklaşık 2 yıl kadar önce, konuk edildiğimiz KKTC’de yaşamış, gezip görmüş olduklarımızı yazmış ve anlatmıştım.

 

KKTC’de 1974 savaşlarının izleri elbette duruyor, acılı insanlar bugün de unutamıyorlar yaşamış olduklarını, Pile köyü, ne denli iki toplumlu bir köy ise de, bugün bile, için için ayrı toplumların, ayrı ayrı yaşamakta oldukları bir yer. Ama iki bölgede de, çağdaş dünya ile, çağdaş düşünce birliği içinde kucaklaşmak isteyen gençler var artık. Bu gençler, başka batılı ülkelere gidip, oralarda daha uygun yaşama koşullarını aramak ve yaşamlarını sürdürmek istemiyorlar; kendi adalarında, kendi geleceklerini kurmak istiyorlar. Son dönemlerde yaşadıkları, onlara adalarının ne kadar değerli olduğunu da iyice öğretti artık ve onlar bunu yaşamak, kendi geleceklerini kendi topraklarında, barış içinde kurmak istiyorlar, o halde Denktaş politikasının da bu yönde değişmesi gerekmiyor mu?

 

Avrupa Birliği düşüncesi, ikinci büyük savaş sonrasında oluşturulan, birlikte demokrasi ve birlikte refah, birlikte mutlu yaşam düşüncesi ise, buna karşı olmak, demokrasiye inanmamak değil midir?

 

Zaten bugün, Fransız kamuoyu, yeni yeni gündemine gelen ve fark etmeye başladığı Kıbrıs konusunda, Türk toplumunun lideri için bu soruyu soruyor: “Denktaş kaç yıldır KKTC’nin devlet başkanıdır? KKTC’de devlet başkanlığı yapabilecek başka kimse yetişmemiş midir bunca yıldır? Yani, acaba Denktaş, dediğim dedik, öttürdüğüm düdük diyen bir diktatör müdür?”

 

Fransız kamuoyunun merak ettiği bir başka soru da, KKTC’nin neden bunca yıldır ekonomik olarak güçlenmediği ve onu tanıyan tek ülke olan Türkiye üzerinden dünyaya açılmayı denemediğidir?

 

Tabii Fransızların her gün üzerine daha çok şey duyup okudukları KKTC ve genel olarak Kıbrıs konusunda sordukları ve sorguladıkları daha çok soru var; ama onları buraya sıralamıyorum, çünkü Kofi Annan’ın yönettiği senaryonun sonunu biliyorum.

 

Bu senaryo’dan Denktaş’ın bir kahraman olarak çıkacağını düşünüyordum, bir tek bu noktada yanılmışım meğerse...