Enerjiye Hükmetmek

-
Aa
+
a
a
a

Özellikle soğuk savaş sonrası oluşan güç boşluğundan sonra, Amerika için dünya üzerinde mutlak hakimiyetini kurmak için gerekli olan sihirli gücü Ortadoğu ve Orta Asya’dan çekip almanın önünde engel kalmamıştı.

 

Daha önce de hep üzerinde durduğumuz üzere, 11 Eylül olaylarının hemen ertesinde Beyaz Saray‘da, Afganistan ve Irak savaş senaryolarının masa üzerine yayılmasındaki hız zaten bu savaş planlarının ama öyle ama böyle bir nedenle uygulanmaya hazır halde tutulduğunu, sadece uygun zamanın beklendiğini açıkça göstermişti bize. 11 Eylül öncesinde, yıllar öncesinde bugünün Amerikan şahinlerinin o zaman ki güvenlik ve savunma senaryolarının, bugünkü Amerika dış politika uygulamaları ile nerdeyse birebir örtüştüğü açık bir gerçek olarak ortaya çıkmıştı.

 

Ama yine de bu politika senaryolarını sadece Amerikalı radikal sağ güç odaklarına mal etmemek gerekir. Esasında yöntemlerde farklılık olsa da, 21. yüzyılda tartışmasız bir şekilde Amerika’nın küresel hakimiyetinin ve güvenliğinin sağlanması için yepyeni devlet politikalarının geliştirilmesinin gerekliliği zaten Amerika’da tüm siyasi kesimlerde kabul görmekteydi. Örneğin bugün dahi Demokratların Amerika’nın Ortadoğu ve Orta Asya’da ne işi olduğunu söyleyeni pek bulunmamaktadır. Doğrusunu söylemek gerekirse, muhalefet eleştirileri esasında sadece uygulanan yöntem üzerinde yoğunlaşmaktadır.

 

1990’lardan itibaren, Amerika’nın 21. yüzyıl senaryolarında çoğu kez hep ele geçirilmesi şart olan gücün ne olduğu değil de, genelde hep bu gücün ele geçirileceği bölgelerin sorunları tartışılmaya başlanmıştır. Çoğu kez tamamen bizzat kendilerinin 20. yüzyıl politikalarının yan veya esas ürünü olan bu sorunların, sanki daha dün keşfedilmiş gibi kamuoyu gündemine taşınıp, biz-bu-sorunlara-nasıl-çare-bulacağız tartışmalarına başlanması da, esasında güvenlik senaryoları gereği atılacak adımlara kılıf aramaktan fazlaca önem de taşımamaktadır.

 

Küreselleşen dünyada daha fazla insan hakları, daha fazla demokrasi, bizden olmayanların elinde daha az kitle imha silahları olmalı denerek,  projektörler hedef bazı bölge ve ülkelere ustalıkla tutulmaya başlanmıştır. Örneğin Ortadoğu’da Irak tehdidinin bertaraf edilip, halkının özgürleştirilmesi , demokratik bir rejime kavuşturulması söylemleri altında projektörler Irak‘a tutulurken,  karanlık kısımlarda kalan bölgelerde örneğin bir Mısır veya Ürdün, pek dikkatleri çekmemiştir bile. Bu ulvi söylemler karşısında insanın aklına dahi gelmemiştir sormak; eğer böylesine bir ulvi amaç varsa ve tüm Ortadoğu’nun gerçekten demokratikleşmesi amaçlanıyorsa niçin bu demokratikleşme örneğin, Amerika’ya göbekten bağlı bir Mısır veya Ürdün‘den başlatılıp örnek demokratik model çekim merkezi ülkeler yaratılmıyordu da, yüz milyarlarca dolar harcanıp, on binlerce sivil kayıp pahasına Irak’a demokrasi getirilmesi için Amerikan tarihinin en büyük askeri harcamalarının yapılması göze alınabiliyor?

 

İnsanlığa tehdit var iddiasıyla, olmayan kitle imha silahlarını bulmak ve yılardır türlü ambargoya maruz kalmış zavallı Irak halkını demokratik rejime taşımak için...; öyle değil mi?  Evet, söylem o. Ama hedeflenen 21. yüzyılın sihirli gücünü kontrol altına almaktan başkaca bir şey değil.

 

21. yüzyılın bu sihirli gücü, şüphesiz enerji. Enerjiyi kontrol edemeyen gücün, güç olamayacağı bir yüzyıl olacak 21. yüzyıl. İnsanlık, tarihindeki en büyük enerji tüketimini bu yüzyıl içinde yapacak. Enerjinin ve akışındaki kontrolde hakimiyet ise, kontrolü elinde tutan her kim olursa, ona inanılmaz bir hükmetme gücü verecek.

 

Bugün, dünya petrol piyasaları gittikçe artan bir şekilde istikrardan uzaklaşmakta ve sıkışmaktadır. Petrole olan talep, arzın ötesinde artma eğilimindedir. Doğalgaza bağımlılık da her geçen gün artma eğilimine girecektir. 2003 yılında dünya çapında ortalama günlük petrol tüketimi günde 77 milyon varil seviyesine ulaşmıştır bile. 2010 yılı için yapılan projeksiyonlarda ise, bugünkü eğilimler -sadece- muhafaza edildiği takdirde bile günlük petrol tüketiminin 90 milyon varile ulaşması beklenmektedir. Bu nedenle enerji kontrolünün doğrudan ulusal güvenlikle birebir ilişkili olduğunu gören Amerikan yönetimi, tüm senaryolarının esas hedefine çoktan beri enerji kontrolü ve güvenliğini koymuştur.

 

Yedek üretim kapasitesi: “sıfır”

 

Nisan 2001 tarihinde Amerika’nın önde gelen düşünce kuruluşlarından ABD Dış İlişkiler Konseyi ve Baker Enstitüsü müştereken, Başkan Yardımcısı Dick Cheney‘in istediği üzerine bir enerji raporu hazırladırlar. Amerika için 21. yüzyılda stratejik enerji politika açılımları öneren ve kısaca Baker Raporu denilen bu raporda en öne çıkarılan husus, enerjide yedek üretim kapasitelerinin artık mevcut olmamasıydı. Bir kriz anında, veya beklenmedik bir talep artışı veya arz azalması karşısında Amerika ve Batı büyük bir krizle karşı karşıya kalacaktı. Bu açıdan en büyük sorunun ise petrolde olduğu  görülüyordu.

 

Baker Raporu’nda 1985’Te OPEC yedek üretim kapasitesinin dünya talebinin % 25 seviyesinde olduğu, 1990 başında % 8’e düştüğü ve 2001 yılında ise % 2’lere gerilediği belirtilmekteydi.

 

Petrolde bu can sıkıcı gelişmelerin üstüne tuz biber olan ise, petrol bölgelerinin acilen denetime alınmasını gerekli kılacak kadar potansiyel başkaldırı içinde olduklarına inanılmaya başlanmasıydı. Yılların güvenilir Suudileri bile Amerika’ya karşı bir komplo içinde görülmeye başlanmıştı. Düşünce kuruluşlarında ciddi ciddi ,Suudi Arabistan’ın artık Amerikan aleyhtarı bir yola girdiği, bunun tehlikeleri tartışılmaya başlanmıştı. Yönetimde etkisi olan düşünce kuruluşlarından biri olan Rand Corporation  gibileri ve sağ eğilimli medya bu konuda, okuyan her Amerikalıyı ihanete uğramış gibi hissettirecek analizleri yapmaktaydı.

 

2050 yılına yönelik yapılan tahminler ise, bu yıllarda Ortadoğu ve İran Körfezi’nin dünyanın petrol ve doğalgaz üretiminin % 80’inden fazlasını yapacağını ortaya koymaktaydı. Bugün dünyanın bilinen petrol rezervlerinin % 65’inden fazlasına sahip olan bu bölgenin, toplam rezervleri 800 milyar varil seviyesinde olup, doğalgaz rezervleri de en az petrol kadar yüksek seviyededir. Bu arada dünyada  bilinen ve tahmin edilen en büyük doğalgaz rezervlerinin bulunduğu ülkenin de Irak olduğunu ve muhtemel rezervleri dahil toplam petrol rezervlerinin Suudi Arabistan’ın rezervlerinden fazla olduğunu ise bilmem hatırlamamıza gerek var mı? Rezerv analizlerinde işin başka ilginç noktası ise, bugün toplam rezervleri ancak 150 milyar varil olan ve üretim maliyeti de hayli yüksek olan Amerika’nın ve Avrupa’nın petrol rezervlerinin en geç 25 yıl içinde tükeneceği gerçeği.

 

Sanki Ortadoğu bölgesindeki esas sorun,  Amerika destekli ve demokrasinin esamesinin okunmadığı devlet yapılanmaları ve de sınırlarının ne olduğu, olacağı bile umursanmadan BM tarafından tanınmış İsrail devletinin ne istediği pek belli olmayan şahin politikaları değilmiş de sanki sorun, adeta uzaydan gelen istilacıların işgaline uğramış zavallı insanların kurtarılması ve bu istilacıların insanlığı tehdit eden silahlarının imha edilmesi için gerekli iradenin zamanında gösterilememesi.  Belki de bu nedenle, güya sonunda canları pahasına bu iradeyi gösteren Amerika ve İngiltere liderleri de sanki takdir yerine haksız eleştiriye uğramışlarcasına, yaptıklarının ne kadar ulvi ve doğru olduğunu anlatarak kendilerini savunmanın inandırıcılığına olan inançlarını yitirmediler hâlâ. Ne de olsa, kendi ülkelerinde de, dünyada da yapılanların ulviyetine inanmaya hazır nazır bir dolu insan var, diye düşünüyorlar..

 

Belki de bu nedenle kolayca ve alelacele “A aaa... bakın bakın... zavallı Ortadoğu halkları nasıl da demokrasiyi istiyorlar, nasıl da bu nerden geldiği belli olmayan (!) diktatörlerin baskısı altında kalmışlar, hadi savaşa gidip onları kurtaralım” masal söylemini geliştirebildiler, geliştirebilecekler. Esasında bu söylemlere samimi, iyi niyetlerle iştirak edenlerin olup olmaması da, Amerika’nın 21. yüzyılda sihirli gücün kontrolünü ele geçirme ihtiyaç ve hedefi yanında fazlaca bir önem taşımamakta. Başarılması gereken, başarılacaktır. Hedefe hizmet eden destekler ama yaratılarak, ama yaratılmayarak, ama hedeften taviz verilmeden... Bunun popüler adı da zaten tek kutuplu dünyada, tek yanlı politikalar olarak konulmuş durumda.

 

Bu tek yanlı politikaların tek ana hedefi, enerjinin ve akışının kontrolünü ele geçirmektedir.  Bu amaca  hizmet edecek tüm tali hedefler gününe göre, ana hedefe hizmet etme dereceleri ölçüsüne göre önem kazanır veya önem kaybeder. Örneğin demokrasi, Irak’ın 3 değil 4’e bölünmesi veya hiç bölünmemesi, Afganistan’da bir türlü tam kurulamayan yeni müttefik devletin nasıl bir rejime sahip olacağı, veya  Suriye’nin yönetimine daha ne kadar ve ne ölçüde iktidar izni verileceği, Türkiye’nin AB üyeliğinin desteklenip veya desteklenmemesi, veya Türkiye’nin istikrarının desteklenmesi veya desteklenmemesi vs, vs...  Bütün bunların hepsi ama hepsinin bir yerde enerji kontrolü ve güvenliği ile birebir ilişkili olduğunu görüyoruz... Tali hedeflerin artan veya azalan önemleri de, bu ilişki paralelinde oluşuyor.

 

Petrolün kontrolü ülkelerin elinden alınıyor

 

Orta Asya, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra önem kazanan ve siyasi açıdan ciddi fay hatları üzerinde kurulu bir coğrafya olarak, kendi küçük devletçiklerinin güçlerinin çok sınırlı olduğu bir enerji bölgesi. Orta Asya, Ortadoğu ile karşılaştırılamayacak kadar küçük bir enerji bölgesi olsa da, yine de gelecekte enerji ihtiyacı katlanarak artacak Asya dengeleri için ihmal edilemeyecek bir bölge. Amerika tarafından da, gelecekte büyük güç odağı olma potansiyeli taşıyan Hindistan ve Çin ile ilgili olarak ayrıca kontrol edilmesi gerekli bir bölge olarak görülmekte.

 

Baker Raporu da, tüm petrol ve doğalgaz bölgelerinin siyasi açıdan sorunlu bölgeler olmasının arz yönünde artışları engellediğini, yatırımların önünde engel oluşturduğunu ifade etmektedir. Bu görüşler paralelinde de, Amerika tarafından bu tür sorunların giderilmesi askeri güç kullanma pahasına bile olsa güvenlik açısından gerekli görülmektedir.

 

Raporda arz yönünde engellerin başında siyasi problemli ülkelerin varlığı gösterilse de, esasında dev petrol şirketlerinin gönüllerinde yatan başka bir aslan var. Bilindiği üzere 20. yüzyıl petrol politikalarında petrolün kukla veya kontrol altındaki devletler üzerinden kontrol edilmesi politikaları neticesinde, bu tür ülkelerde petrol üzerinde devlet şirketlerinin ve devletin büyük ağırlığı oluşmuştur. Bugün dev petrol şirketlerinin sahip oldukları ve kontrol ettikleri Kuzey Amerika‘daki ve Kuzey Denizi’ndeki petrol yatakları ise artık gerileme dönemine girmiştir.

 

Buna karşılık, bugün hâlâ dünyanın petrol rezervlerinin % 90’nından fazlasının sahibi halen ülkelerin kendisi, milli petrol şirketleri ve sahibi kimin olduğu pek de belli olmayan Rus Petrol şirketleridir. Bu yapının kırılması için, dev Amerikan petrol şirketlerinin Amerikan yönetimi ile menfaat birliği olduğunu çok açıktır. Amerikan yönetimimde petrol şirketlerinin büyük lobi gücü, zamanla dünyada petrol sahipliğinde bu dev şirketlerin payının arttırılmasını sağlatacaktır. Çok da uzun olmayan bir süreç sonunda bu stratejik hammadde üzerinde OPEC gibi üretici ülkelerin katıldığı örgütlerin anlamı kalmayacak, çünkü giderek ülkelerin söz sahibi olması azalacaktır. Bu süreç başlamıştır. Tabiatıyla, Irak işgali de bu sürecin içindeki aşamalardan biri olarak görülmelidir.

 

Amerika, enerjiye ve akışına hakim olma konusunda kararını vermiştir.

 

Baker Raporunu izleyen günlerde Bush yönetimi ayrıca “Ulusal Enerji Politikası”’ raporu yayınlayarak, enerjinin Amerika için hayati önemde olduğunu, Amerika’nın dünya enerji ve doğal kaynaklarını eskisi gibi yine ağırlıklı bir payla harcama durumda olduğunu ve ulusal refahının ve yaşam standardının enerji ile doğrudan ilişkili olduğunu ifade etmiştir.

 

Amerikan Enerji Enformasyon İdaresi (EIA) de 2025’e kadar, doğalgaz tüketiminin 2’ye katlanacağını, likit petrol gazı ithalatının 10 misli artmak durumda kalacağını tahmin etmektedir. Doğalgazın Amerika’ya ithal edileceği bölgenin ise özellikle Ortadoğu olması beklenmektedir. 20 yıl içinde, Amerika’nın petrol ihtiyacının % 33 oranında artacağı, elektrik ihtiyacının ise % 45 artacağı hesaplanmaktadır.

 

Ulusal Enerji Politikası raporunda, Amerika’nın 1970’lerde olduğundan % 39 daha az petrol üretimi yapabildiği, ve tüketim eğiliminin devamında 20 yıl içinde Amerika’nın petrol tüketiminin 2/3’nü ithal etme durumda kalacağı belirtilmektedir. 1980’lerde Amerika’nın tüketiminin sadece % 37’sini ithal etme durumda kalması ile 20 yıl sonra karşılaşacağı durum arasında ne kadar ciddi bir farkın oluşacağına dikkat çekilmektedir. Bu raporda çözüm önerileri olarak, dünya enerji kaynaklarının kontrolü gereği ifade edilmekte ve enerji güvenliğinin Amerikan dış politikasındaki öncelikli yeri vurgulanmaktadır.

 

Amerika 21. yüzyıl yeni ulusal güvenlik stratejisini, enerji güvenliği üzerinde inşa etmektedir desek  herhalde hatalı olmaz diye düşünüyorum.

 

Petrolün 2 dolar düşmesi, Rus ekonomisini % 1 küçültür

 

Dünyada enerjinin kontrolünü eline almış bir Amerika, dünyanın hemen her bölgesinde çok kuvvetli bir pozisyona sahip olacaktır. Hele, ekonomisi için petrol ve doğalgaz hayati önem taşıyan, petrol ve doğalgaz elde etme maliyeti ise bir Irak veya Suudi Arabistan’a göre en az 4-5 misli yukarıda olan (Suudi petrolünün elde edilme maliyeti 2 USD/varil seviyelerine kadar düşebilirken, Rusya 10 USD/varil düzeyindeki petrol fiyatlarında zarar etmeye başlamaktadır.) Rusya için Amerika’nın enerji kontrolünü elinde tutması demek, “ya bendensin, ya yoksun” doktrininin tek seçeneğini itirazsız kabul  etme anlamını taşımaktadır.

 

Esasında Rusya dünya petrol rezervlerinin yaklaşık % 10’nuna sahip büyük bir üreticidir ve dünya  petrol üretiminin takribi % 9’unu gerçekleştirmektedir. Günlük üretimi OPEC kotasına tabi olmadığı için Suudi Arabistan'ın bile üstüne çıkmış, günlük 8 milyon/varile ulaşmıştır. Bu üretiminin % 41- 48 arasında bir oranını ihraç etmektedir. En büyük ihraç pazarı ise takribi günde 3 milyon varil ile Avrupa’dır.

 

Ama, Rusya öylesine petrol fiyatına bağlıdır ki, petrol fiyatlarında varil başına 1 USD’lık oynama, Rusya’nın ihracatının 2 milyar dolar artmasına veya azalmasına, ekonomisinde büyümenin % 0,5 oranında artmasına veya azalmasına neden olmaktadır. Belki de bu nedenle, Amerika’nın enerji stratejisinde stratejik bir pay sahibi olan ülke olma çabası içindedir Rusya... Amerika’nın enerji güvenliğini sağlayacak unsurlardan biri olmak, kendi ülke güvenliğinin de teminatı olur diye düşünmektedir. Rusya’nın kendi güvenliğini ve menfaatini Amerika ile kesin bir işbirliği yapmadan sağlaması özellikle Irak işgalinden sonra artık giderek imkansızlaşmaktadır. Hele, Rus petrol kuyularının verimi her geçen gün düşerken –kuyularının yarısından fazlasının 1980’lerde günlük ortalama 27,6 ton olan verimi günlük 10 tonlara inmiştir-, yüksek maliyetlerle petrol elde ederken başkaca da bir seçeneği kalmamıştır.

 

Amerika’nın, petrolü ve enerjiyi kontrol etme gücüyle dünyayı nasıl kontrol edebileceğine dair güzel örneklerden biridir Rusya.

 

Zamanında Gürcistan’la Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı projesi ile büyük gerilim yaşayan Rusya, bugün Gürcistan darbesini de, daha Amerikan yanlısı bir merkezi hükümetin iktidara taşınmasını da anlayışla karşılayabilecek, Amerika’nın Hazar’ın güvenliği konusunda ki girişimlerine dahi saygı duyacak bir olgunluğa erişmiş görünmektedir.  Evet, Hazar havzasında da Rusya yavaş yavaş Amerikan hakimiyetini kabullenmek zorunda kalmaktadır. 2002 yılında, Türkmenistan, Afganistan ve Pakistan  devlet başkanlarının Türkmen-Afgan-Pakistan boru hattı projesini Amerikalı Unocal (Union Oil  Company of California) ile birlikte hayata geçirmeyi kabul etmeleri sonrasında da, Bakü-Tiflis-Ceyhan hattının 2002 yılında inşa edilmesinin start almasında da fazlaca bir şey söyleyememiştir Rusya.

 

Amerika’nın Orta Asya‘da kalıcı bir şekilde yerleşmesi, Ortadoğu’ya gelmesi... hepsi sihirli gücün kontrolünü eline geçirme, bu amaca hizmet edecek yeni bir düzen sağlama ve 21. yüzyılda enerji ve akışı üzerinde kontrol sağlayarak dünyanın kontrolünü ele alma amacıyla açıklanabilir.

 

Tabiatıyla dünyada bu gelişmelerden endişe duyan birçok ülke bulunmaktadır.  Avrupa’da Almanya ve Fransa dahil birçok ülke Amerika’nın bu politika hamlelerinden endişe duymaktadır. Avrupa bir gün, Amerika’nın dünya enerji kaynaklarını kendi menfaatine de kontrol edeceğini düşünerek rahatlamakta, ertesi gün Amerika’ya daha da bağlı hale geldiği günlerin rüyasını görüp soğuk terler dökmektedir.

 

Japonya, Amerika ile ters düşmeyi kesinlikle göze alamamakta, ülkenin ayağa kalkmasına rağmen kendini Irak’a asker gönderme kararı alma mecburiyeti içinde hissetmektedir. Çin, Amerika’dan sonra en çok enerjiye ihtiyacı olacak ülke olarak bu gelişmelerden tabiatıyla rahatsızlık duymaktadır. Rusya’ya Sibirya’da beraberce petrol yatakları bulunmasını, geliştirilmesini önermekte, kendisine de Sibirya’da ve doğu bölgelerinde petrol üretimi alanında doğrudan yatırım yapma imkanının tanınmasını talep etmekte ve boru hatları ile ticaret hacminin arttırılmasını önermektedir. Ama henüz ciddi bir netice elde edememiştir. Bu arada, Amerika ile enerji ile ilgili ilişkilerini Çin de, geniş iş imkanlar tanıdığı Exxon-Mobil, Shell-BP gibi dev petrol şirketleri vasıtasıyla da sıcak tutmaya çok özel önem vermektedir. Çin de gelecek yıllarda enerjide sıkıntı yaşamanın kendine nelere mal olacağını görmekte, kendi menfaatini kollayacak önlemler peşinde yoğun çaba harcamaktadır.

 

Bölgesel güç merkezi olan bir Türkiye

 

Birkaç gün önce Saddam’ın zavallı bir halde yakalanmasının verdiği mesaj,  Saddam kaynaklı direnişe filan değildir. Zaten, direnişte Saddam' ın payının hemen hemen hiç olmadığı bilinmekteydi. Bu verilmek istenen mesaj, demokrasi düşmanı diktatörün hak ettiği son budur mesajı da değildi. O günü bizlerle beraber izleyen, ve Amerika ile ilişkilerine gölge düşmüş kimi enerji kaynakları zengin bölgemiz ülkelerinin otoriter yönetim kadrolarına verilen ilginç bir mesajdı bu, sırça köşklerde hükümranlık sürenleri özellikle belki de o gece uyutmayan.

 

Ayrıca belirtmek gerekir ki; Amerika'nın enerji güvenlik politikalarının tabiatıyla en azından Irak ve Orta Asya üzerinden Türkiye’ye de çok ciddi etkisi olmuştur, daha da olacaktır. Bu politikaların gelecekte Türkiye’yi maliyet yönüyle mi, yoksa fırsat imkanları olarak mı etkileyeceği başka bir yazı konusu olmakla beraber,  açıkça görülmektedir ki Amerika’nın ulusal ve küresel güvenlik stratejilerinde içinde bulunduğumuz bölge çok özel bir öneme sahiptir. Türkiye’nin bu bölgede, en büyük bölgesel güç olarak var olmaması düşünülemez.

 

Hem Orta Asya da olsun, hem de Ortadoğu’da olsun 21. yüzyılda, 20. yüzyılda olduğundan daha çok devletçiler olacaktır. Amerika için tüm enerji ve güvenlik stratejisinde merkezi önemde olan bu bölgede istikrarlı ve bölgesel merkezi güç olan bir Türkiye’nin var olması, en azından bu açıdan, bir arzudan ziyade bir ihtiyaçtır.

 

21. yüzyılda hakimiyet enerjidedir. Artık ülke güvenlikleri analizlerinde 21. yüzyıl politikaları değerlendirilirken Amerika ve enerji unsurunun olmadığı bir değerlendirme eksik kalacaktır. Türkiye'nin de geleceğe dair yapacağı stratejik planlarda, dünyada bazıları için enerji güvenliğinin bir numaralı konu olduğu bilerek, geliştirebileceği ve destek alabileceği senaryolarının olması Türkiye'nin zaten var olan önemini çok daha arttırabilecektir.

 

Amerika'nın uyguladığı politikaları beğenelim beğenmeyelim, dünyayı yeniden şekillendirilmektedir. Türkiye ister belirsiz yolculuğa çıkmış AB ile yoluna devam etsin, ister etmesin, bu bölgede en önemli ve güçlü ülke olma yolunda ilerlemeye devam etmelidir. Dünyamız ve bölgemiz yeniden yapılanırken,  sadece çok değil 10 yıl sonra Türkiye’nin doğu bölgelerinin, en az batı bölgeleri kadar sanayi ve ticari  faaliyetlerin yoğunlaşacağı bir döneme gireceği düşünülürse, belki de yeni yüzyıl enerji ve güvenlik politikalarının yaratacağı yeni ortamdan en fazla istifade etme potansiyeli taşıyan ülkenin Türkiye olacağı daha iyi görülebilir. 

Bu potansiyeli değerlendiririz, veya ıskalarız başka mesele ama en azından 21. yüzyılda uzun yıllar boyunca rakipsiz olarak, bir nevi  küresel imparatorluğunu koruyacak Amerika, bölgemizdeki planlarını çöküp giden bir Türkiye üzerinden değil,  bölgesel güç merkezi olan bir Türkiye üzerinden yapmaktadır. Yoksa, yakın dönemde kriz üstüne kriz görülmesine rağmen hacıyatmaz misali yine dimdik durma imkanına sahip olunamazdı, diye düşünüyorum.

 

Amerika  20. yüzyılda kurulan düzenin taşlarını, enerji üzerinden kendi hakimiyetini pekiştirecek yeni bir düzen yaratmak amacıyla başına neyin geleceğini bilenlerin feryatlarına aldırmadan yerinden  oynatmaya başlamıştır. Artık enerjiye hükmedecek, dünyaya da hükmedecektir. Türkiye’nin ise bu ortamda izleyeceği geniş vizyonlu ve alternatifli politikalara her zamankinden daha çok ihtiyacı bulunmaktadır. Bu politikalar üzerinde sivil toplumun da fikri ve siyasi düzeyde yapacağı çok ciddi katkıların olacağına inanıyorum.