Dünya, fosil yakıt üretimindeki artış planları nedeniyle 1,5 derece hedefini hızla kaybediyor; Türkiye dahil birçok ülke taahhüt verse de emisyonlarda gerçek düşüş yok. Öte yandan Gazze’ye bebek maması ve yardım taşımak için yola çıkan Sumud Filosu saldırılara rağmen yoluna devam ederek uluslararası dayanışmayı büyütüyor.
Bugün sizlerle İklim krizi ile ilgili kısaca haberlere bakıp, tabii sonrasında da Gazze’ye doğru yola ablukayı kırmak amacıyla çıkan ve bebek maması ve umut taşıyan Global Sumud Filosunda son 1 hafta içinde yaşananlara bakacağız. Sumud Filosu ile ilgili gündem oldukça yoğun.
Evet sevgili dinleyiciler, şimdi dünyadan iklim krizine dair çok çarpıcı yeni verilerle başlıyorum. Stockholm Çevre Enstitüsü, Climate Analytics ve Uluslararası Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü’nün hazırladığı 2025 Üretim Açığı Raporu, hükümetlerin fosil yakıt üretiminde gaza bastığını gösteriyor.
Rapor, ABD, Rusya, Çin, Suudi Arabistan, Kanada ve İngiltere’nin de aralarında olduğu 20 büyük fosil yakıt üreticisini inceledi. Bu ülkeler küresel üretimin yaklaşık yüzde 80’ini temsil ediyor. Bulgulara göre, ülkelerin çoğu, kömür, petrol ve gaz çıkarımını 2023 seviyelerinin üzerine çıkarmayı planlıyor. Yalnızca İngiltere, Norveç ve Avustralya üretimde kısmi azalış öngörüyor.
Oysa BM iklim zirvelerinde ülkeler defalarca ‘fosil yakıtlardan uzaklaşma’ ve özellikle kömürden çıkış yönünde taahhütler vermişti. Eğer planlanan tüm yeni projeler hayata geçerse, 2030 yılında dünya, sıcaklık artışını 1,5 derecede tutmak için gereken sınırın iki katından fazla fosil yakıt üretecek.
SEI'den Emily Ghosh, “Fosil yakıt üretimi zirve yapmış ve düşüşe geçmiş olmalıydı, oysa gecikme iklim üzerindeki baskıyı katlıyor” diyor. Climate Analytics’ten Neil Grant ise, “Talep henüz zirveye ulaşmadı ama enerji dönüşümünün hızı bu tabloyu değiştirebilir” değerlendirmesini yapıyor.
Ancak uzmanlar, güçlü bir fosil yakıt lobisinin bu dönüşümü yavaşlatmasından endişeli. COP26’da kömürün ‘aşamalı azaltımı’, COP28’de ise fosil yakıtlardan ‘uzaklaşma’ kararı alınmıştı. Ama pratikte bunların nasıl uygulanacağı belirsiz.
Rapora göre birçok ülke temiz enerjiye geçiş taahhütleri verse de, aynı anda fosil yakıta dayalı planlarını büyütüyor. Bu da iklim hedeflerini her geçen gün daha da zorlaştırıyor.
Rapor, dünya liderlerinin New York’taki BM Genel Kurulu’nda bir araya gelmesi öncesinde yayımlandı. BM Genel Sekreteri António Guterres, kasım ayında Brezilya’da yapılacak COP30 öncesi hükümetlerden yeni taahhütler açıklamalarını bekliyor. Paris Anlaşması gereği, bu yıl 2035’e kadar emisyon azaltım planlarını sunmaları gerekiyor.
Şimdi de New York’da yaşananlara bakalım. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, sanayi öncesi döneme göre küresel sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlama hedefinin artık ‘çökme noktasına’ geldiğini söyledi.
Paris Anlaşması uyarınca ülkelerin 2035’e kadar sera gazı azaltım planlarını, yani Ulusal Katkı Beyanlarını, bu ayın sonuna kadar BM’ye sunmaları gerekiyor. Bu hafta New York’ta düzenlenen İklim Haftası’nda birçok ülkenin yeni hedeflerini açıklaması bekleniyor. Ancak jeopolitik gerginlikler ve ticari rekabetler süreci yavaşlattı. Örneğin Avrupa Birliği, yeni hedefleri konusunda uzlaşamayınca şimdilik sadece bir ‘niyet beyanı’ sunmaya karar verdi.
Guterres, “1,5 derece hedefini canlı tutmak istiyorsak, önümüzdeki birkaç yıl içinde emisyonlarda ciddi bir azalma şart” diyerek net bir uyarıda bulundu. Ancak Çin ve AB gibi büyük aktörler hâlâ planlarını sunmuş değil. COP30’a yalnızca iki ay kala bu gecikme, iklim diplomasisinin geleceği açısından kritik bir sorun olarak görülüyor.
BM, Guterres ve Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva’nın bu hafta birlikte başkanlık edeceği iklim zirvesinin, ülkeleri daha iddialı hedefler açıklamaya teşvik etmesini umuyor. Bilim insanları ise uyarıyor: 1,5 derece yerine 2 derece ısınma, sıcak hava dalgalarından deniz canlılarının yok oluşuna kadar çok daha yıkıcı sonuçlara yol açacak.
Bir diğer yandan Türkiye dün gece saatlerinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantıları kapsamında New York’ta yeni Ulusal Katkı Beyanını açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın duyurduğu hedefe göre, 2035 yılında sera gazı emisyonlarının 643 milyon tona indirilmesi taahhüt edildi. Bu, yeni referans senaryoya göre 466 milyon ton daha az anlamına geliyor. Yani Türkiye, 2035’te öngörülen artışı yüzde 42 oranında azaltmayı planlıyor.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken birkaç nokta var. Öncelikle, Türkiye’nin sunduğu hedef hâlâ mutlak bir emisyon azaltımı değil; yani toplam emisyonların bugünkünden daha düşük olacağı sözü verilmiyor. Sadece, artışın bir miktar frenleneceği söyleniyor. Bu durum, iklim adaleti açısından büyük tartışmalara yol açıyor. Çünkü küresel bilim insanları 1,5 derece hedefinin canlı tutulabilmesi için, sadece artışı azaltmanın değil, 2030’dan itibaren mutlak düşüşlerin başlamasının zorunlu olduğunu vurguluyor.
Ayrıca Türkiye, hâlâ kömürden çıkış konusunda net bir yol haritası sunmuş değil. Güneş ve rüzgâr yatırımları artsa da, yeni kömürlü termik santral planlarının gündemde kalması, bu hedeflerin gerçekçi olup olmadığı sorusunu beraberinde getiriyor.
Bir diğer boyut da uluslararası itibar. Türkiye, bu açıklamayla küresel diplomasi sahnesinde “iklim eylemi için adım atan ülke” görüntüsü vermek istiyor. Fakat çevre örgütleri ve uzmanlar, bu hedefin iddialı olmaktan çok uzak olduğunu, hatta gecikmiş bir adım olduğunu düşünüyor.
Sonuçta mesele, sadece rakamlar değil. Asıl soru şu: Türkiye gerçekten enerji sisteminde köklü bir dönüşüm başlatacak mı? Yoksa zaten yetersiz olan bu yeni NDC, küresel iklim zirvelerinde politik bir vitrin olarak mı kalacak?
Dünyada olup biten acıların ortasında dayanışmanın ve direnişin farklı biçimlerini de görüyoruz. Şimdi sizlere, Gazze’ye insani yardım ulaştırmak için yola çıkan Sumud filosunda yaşanan son gelişmeleri aktaracağım.
Dünyanın en büyük Gazze filosu olarak tanımlanan ve “Sumud” adı verilen filo, “İsrail ablukasını kırmak” amacıyla Gazze kıyılarına doğru seyrini sürdürüyor. 40’tan fazla gemi Malta’yı geçmiş durumda, Yunanistan’da ise altı gemi daha bekliyor. Filodan gelen bir başka haber ise iklim aktivisti Greta Thunberg’in yürütme komitesinden ayrılışı oldu.
İlk planlara göre filo, 31 Ağustos’ta Barselona’dan ayrıldıktan çoktan Gazze’ye ulaşmış olacaktı. Ancak gemiler Tunus’ta haftalarca mahsur kaldı; bir dizi arıza ve kriz yaşandı.
Sorunlar, 9-10 Eylül’de Sidi Bou Said Limanı’nda başlamıştı. Filodaki üyeler, Greta Thunberg’in de bulunduğu Family ve Alma adlı iki geminin insansız hava araçlarıyla yapılan saldırılara uğradığını, güvertede yangınlar çıktığını iddia etmiş ve bu olaya dair belgeler paylaşmıştı. Ancak Tunus makamları bu anlatıya şüpheyle yaklaştı ve filoyu kuzeydeki Bizerte Limanına yönlendirdi. Burada ise yeni gecikmeler yaşandı: Polis tüm katılımcıların fotoğraflarını çekip parmak izlerini almak istedi; aynı zamanda limandaki yakıt, büyük bir mega-yat yüzünden tükendi. Bazı aktivistler fiziksel ve ruhsal baskıya dayanamayarak misyondan ayrıldı.
Gerginlik ve gecikmeler yürütme komitesinde de çatlaklara yol açtı. Bu hafta başında Greta Thunberg, yürütme komitesinin bulunduğu “Family” adlı gemiden ayrılarak “Alma” gemisine geçti. Adı, resmi internet sitesindeki yönetim kadrosu listesinden de çıkarıldı. il Manifestoya konuşan kaynaklara göre Thunberg, filonun medya politikasına karşı çıkıyordu; çünkü politika filonun iç dramasına fazlasıyla odaklanıyor, Gazze’deki duruma ise yeterince ışık tutmuyordu.
Thunberg yaptığı açıklamada misyonu bir katılımcı olarak sürdüreceğini belirtti: “Bu insani misyonun amacına ve dünya çapında gördüğümüz seferberliğin gücüne yürekten inanıyorum.”
Rolünün artık yürütme komitesinde değil, “bir organizatör ve katılımcı olarak” devam edeceğini, bu şekilde daha iyi katkı sunabileceğine inandığını vurguladı.
Tunus’taki yıldırıcı aksamalara dönersek; tabii Bizerte’deki uzun bekleyiş filoda zorlayıcı bir atmosfer yarattı. Tunus bürokrasisi ile geçen saatler ve yakıt kamyonlarını beklemek, mürettebatı “gitgide daha sabırsız” hale getirdi. Gecikmeler yüzünden büyük bir hayal kırıklığı hissediliyordu. Bazı katılımcılar buna dayanamayarak misyondan ayrıldı ve uçakla ülkelerine dönmek için Tunus’a geçti.
Yaklaşık 50 gemilik ana grup Gazze’ye insani yardım ulaştırmak üzere ilerlerken geçtiğimiz Çarşamba yani 24 Eylül’ün ilk saatlerinde Küresel Sumud Filosuna İsrail'in agresif taciz ve saldırıları başladı. Filoya yönelik 15-20 kadar insansız hava aracını kullanılarak ses bombaları ve tanımlanamayan kimyasallar atıldığı ve bu maddelerin filodaki iki gemiye hasar verdiği belirtildi.
Filo, bu saldırıya uluslararası sularda uğradı.
Aynı zamanda iletişim ağını keserek telsizlerden ABBA müziği de dinletildi. İsrail’in Gazze’ye doğru ilerleyen birden fazla Sumud Filosu insani yardım gemisine saldırmasının ardından, İtalya Savunma Bakanı Guido Crosetto, filonun uğradığı saldırıyı sert dille kınayarak, bölgedeki İtalyan vatandaşlarının güvenliği için “Fasan” isimli savaş gemisini filoya doğru yönlendirdiğini açıkladı. Perşembe sabahı yapılan başka bir açıklamada ise Global Sumud Filosuna eşlik etmesi için ikinci bir donanma gemisi gönderdiğini bildirdi. Global Sumud Filosu ise saldırıdan İsrail ve müttefiklerini sorumlu tuttuğunu, korkutmalara boyun eğmeyeceğini ve yoluna devam edeceğini açıkladı.
İsrail ise filoyu Hamas’la işbirliği yapmakla suçluyor ve yardımların İsrail limanına bırakılması gerektiğini yineliyor. Avrupa Komisyonu ise filoya yönelik güç kullanımını kabul edilemez bulduğunu, aktivistlerin Gazze’deki duruma dikkat çekme çabasını “tamamen anladıklarını” duyurdu.
Çarşamba günü İspanya da Global Sumud Filosunu savunmak amacıyla Cartagena’dan Doğu Akdeniz’e bir donanma gemisi göndereceğini açıkladı. İspanya Savunma Bakanı Margarita Robles, silahsız insani yardım mürettebatının uluslararası sularda tekrar tekrar saldırılara maruz bırakılamayacağını vurgulayarak, İspanya’nın hem yasal hem de ahlaki bir sorumluluğu olduğunu söyledi.
Gazze’deki soykırımı en açık biçimde kınayan Avrupalı liderlerden biri olan Başbakan Pedro Sánchez ise, hayatlarını riske atarak yardım ulaştırmaya çalışanları doğrudan askeri koruma altına alarak cesur bir adım atmış oldu.
Çok geç alınmış kararlar olsa da bu üç Avrupa savaş gemisinin seferber edilmesiyle birlikte, bu misyon artık insan hakları ve İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği soykırıma karşı uluslararası hesap verebilirlik için verilen denizden bir mücadeleye dönüşmüş durumda.
İtalya ve İspanya’dan gelen bu askeri koruma dayanışması, dünyanın vatandaşları adaletsizliklere karşı ayağa kalktığında nelerin mümkün olabileceğine güçlü bir örnek teşkil ediyor.
Roma, gemilerin İtalyan vatandaşlarını korumak için orada olduğunu ve bu görevlendirmenin “bir provokasyon değil, insani bir hareket” olduğunu vurguladı. Ancak bu güç gösterisinin yanında, bakanlar aktivistleri Gazze kara sularına girmemeleri konusunda uyararak, yüklerini Kıbrıs’ta teslim edip Katolik Kilisesi aracılığıyla ulaştırmalarını tavsiye etti.
Hükümetlerin sonunda halklarının taleplerini dinlemeye başlaması ise, İsrail’in masum insanları toplu halde öldürerek sürdürdüğü soykırımın artık cezasız kalmayabileceğine dair yeni bir umut doğuruyor. Perşembe akşamı yani programı hazırladığım sıralarda İtalyan donanması Sumud filosunun ufkunda göründü bile. İtalya ve İspanya’nın donanmalarını göndermesi elbette önemli bir adım. Ama bu adımların sadece Sumud filosunu korumakla sınırlı kalmaması, Gazze’deki soykırımı durdurmak için atılması da gerektiğini hatırlatmak gerekiyor.
Ayrıca Perşembe sabaha karşı ise filoya ait genelde Türk aktivistlerin bulunduğu Adagio gemisinde bir enjektör arızası yaşandı, tamir edildi. Ancak akülerin bitmesi nedeniyle gemi yaklaşık 24 saat yalnızca yelkenle seyretti.
Tam da bu sırada denizde görevde olan Türk Deniz Kuvvetlerine ait savaş gemisine yardım çağrısı iletildi. Donanma, çağrıya müdahale ederek Türk ticaret gemisi Sultan Atasoy’u yönlendirdi. Gemi mürettebatı desteğiyle Adagio’nun motor arızası giderildi, iki adet 200’lük akü ve yakıt desteği sağlandı, yedek depolar dolduruldu. Adagio Sumud Filosu ile yoluna devam ediyor.
Ayrıca Libya bandıralı Omar al-Mukhtar hastane gemisi, yine Perşembe günü yoğun bakım ünitesi ile donatılarak Global Sumud Filosuna katıldı. Sözcü Nabil el-Soukni, kötü hava nedeniyle ertelenen seyrin ardından geminin artık hazır olduğunu ve küçük teknelere destek için erzak depolarının da güçlendirildiğini açıkladı.
İsrail’in filoya karşı tutumu bu kez daha öncekilere kıyasla daha farklı. Greta Thunberg’in de katıldığı filoyu önce küçümseyerek “selfie-yacht” diye alaya alması, ardından bu kez aynı filoyu “terörist” ilan etmesi aslında çelişkinin ve çaresizliğin göstergesi. Eğer gerçekten birkaç aktivistin çıktığı, bebek maması taşıyan barışçıl bir filo ciddiye alınmayacak kadar önemsizse neden bugün bu kadar büyük bir tehdit olarak görülüyor? Eğer gerçekten terörle bağlantılı olsaydı, yol boyunca limanlarda yapılan sayısız aramada en küçük bir yasa dışı bulgu ortaya çıkmaz mıydı?
Bu söylem değişikliği, İsrail’in her türlü sivil direnişi yaftalamaya dönük alışılmış stratejisini gösteriyor. Önce küçümseme, sonra kriminalize etme. Ama gerçek şu ki, bu filo sıradan insanların, yani öğrencilerin, doktorların, gazetecilerin, insan hakları savunucularının oluşturduğu insani bir dayanışma girişimidir. Ne selfie turudur ne de terör. Bu çelişkili suçlamalar, aslında İsrail’in korkusunu ve kendi hukuk dışı ablukasını meşrulaştırma çabasını açığa vuruyor.
Konuyla ilgili Global Sumud Filosuna dahil olan Bağımsız Hukuki Destek teknesi ise 23 Eylül 2025’te yayımladığı açıklamada, Global Sumud Filosunun yasaklı örgütlerle ilişkilendirilmesine dair iddiaları kesin bir dille reddetti. Yapılan suçlamaların dayanağı olmadığı, zayıf bağlantılara ve kötü niyetli spekülasyonlara dayandığı vurgulandı. Açıklamada, filoya katılanların aslında 44 farklı ülkeden gelen doktorlar, gazeteciler, siyasetçiler, hukukçular, öğrenciler ve sağlık çalışanları gibi sıradan insanlardan oluştuğu ve tek amaçlarının İsrail’in hukuksuz ablukasını kırarak Gazze’ye insani yardım ulaştırmak olduğu ifade edildi.
Yolculuk boyunca filodaki gemiler farklı limanlarda yetkililer tarafından defalarca incelendi. Örneğin Shireen isimli gemi Tunus’ta iki kez detaylı aramadan geçirildi ve hiçbir yasa dışı unsur bulunmadı; gemiler yalnızca gıda, temel ihtiyaç malzemeleri ve yardımlarla doluydu. İspanya, İtalya, Yunanistan ve Tunus gibi ülkelerin yetkililerinin de herhangi bir engelleme yapmamış olması, filonun tamamen insani bir misyon taşıdığını kanıtlıyor.
Sonuç olarak, ortada filonun yasadışı bir şey taşıdığına dair en küçük bir kanıt bulunmadığı, bu tür suçlamaların sadece dezenformasyondan ibaret olduğu belirtildi. Grup, tüm devletlere uluslararası hukuka saygı göstermeleri ve filonun önünü kesintisiz bırakmaları çağrısında bulundu.
Netanyahu yıllardır Filistin devletini engellemek için anlaşmaları baltalayıp yerleşimleri büyüttü, ABD’den destek aldı, Avrupa da ciddi baskı yapmayınca barış süreci rafa kalktı.
Ama 7 Ekim saldırısı tabloyu değiştirdi. Hamas’ın saldırısı İsrail için büyük bir güvenlik ve istihbarat çöküşünü açığa çıkardı. Netanyahu sorumluluk almak yerine bu felaketi bir kalkan haline getirdi. “Şimdi Filistin devleti konuşulacak zaman değil” dedi, Gazze’nin Filistinlilerin kendilerini yönetemeyeceğinin kanıtı olduğunu ileri sürdü. Ancak Gazze’de yaşanan büyük yıkım, yüz binlerce sivilin ölümü ve dünyanın dört bir yanında yükselen öfke bu argümanı boşa çıkardı. Artık Filistinlilerin egemenliğini reddetmek tahammül edilemez bir durum haline geldi.
Fransa ile Suudi Arabistan’ın öncülüğünde düzenlenen iki devletli konferansta, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Filistin’i resmen tanıyan ülkelerin sayısı 157’ye çıktı. ABD ise yalnız kaldı. Bu gelişme Netanyahu için bir kâbus. Çünkü yıllarca gömmeye çalıştığı Filistin fikri, tam da onun kendi başarısızlıklarının içinden yeniden doğuyor.
Filistinliler hâlâ büyük bir yıkım ve işgal altında yaşıyor. Ama aynı zamanda tarihlerinde belki de ilk kez, Batıdan gelen tanımalar ve gönderilen donanma gemileri ile Filistin devletini bir “gerçeklik” olarak kabul etmeye başlıyor. Netanyahu “Filistin fikrini gömen adam” olarak anılmak istedi, ama tarih onu muhtemelen tam tersine, “Filistin’in yeniden doğuşuna istemeden katkı sağlayan lider” olarak hatırlayacak.
Ve söylemek istediğim şu: Netanyahu belki Filistin hayalini toprağa gömmek istedi ama tarih onun planladığı gibi işlemiyor. Onun savaşları, inadı ve başarısızlıkları Filistin’i yeniden dünya gündeminin merkezine taşıdı. Bugün New York’ta yükselen ses, sadece diplomatik bir jest değil, tarihin akışının değiştiğinin işareti. Filistin hâlâ enkaz altında olabilir, ama aynı zamanda yeni bir hayata kavuşuyor.