Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş; şiir, öykü, roman, çocuk kitabı, eleştiri gibi pek çok alanda eser vermiş Tacim Çiçek ile bir araya gelerek serebral palsili olarak hayatını idame ettiren oğlu Seçkin üzerinden, ‘Ebeveynler Engelli Çocuklarıyla Yaşarken Ne Hisseder?’ konusu üzerine konuşuyor.
Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Apaçık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlam zihniyetin kör topal muhalefetine hoşgeldiniz, ben Alper Tolga Akkuş ve bugün 26 Kasım 2025 Çarşamba.
Bu hafta, şu anda Mersin Alzheimer Derneği'nin Mezitli’deki Gülbahar Özmen Aktif Yaş Alma Evi’ndeyim ki daha önce de buradan yayın yapmıştık, hatırlayanlar olacaktır. Tabii siz görmüyorsunuz radyodan ama çevremde de çok güzel dostlarım var. Konuğum da Tacim Çiçek.

Tacim Çiçek, benim hemşehrim; Ceyhanlı bir yazar, şair, edebiyatçı bir abim. Ben de tanıyalı bir ay oldu kendisini ve kendisiyle konuşurken fark ettim ki onun da bir oğlu engelliymiş. Ben de Tacim Abi'ye dedim ki, ‘Sen bu hafta benim konuğum olur musun?’ ve o da sağolsun kabul etti.
Tacim Abi, hoşgeldin, nasılsın, iyi misin?
Tacim Çiçek: Teşekkür ederim, iyiyim Alperciğim. Sesini duymak, programının konuğu olmak beni ayrıca mutlu etti ve senin bu değerli dostlarınla da dediğin gibi tanışmış olmak, şahsen tanışmış olmak benim için bir zenginlik kaynağı diye noktalamak isterim.
A.T.A.: Sağol abi. Benim bir ilk sorum var, hep bunu soruyorum ben programa başlarken; Tacim Çiçek kimdir, bugüne kadar neler yapmıştır ve bir sakatlığın var ise bunu da bizimle paylaşır mısın lütfen.
T.Ç.: Bu benim hayatımda duyduğum en önemli ve ilginç sorulardan biri. Belki biz sağlıklı gibi görünüyor olsak da bir biçimde bizim hayatımızda eksikliğini hissettiğimiz bir yanımızdan dolayı biz de bir eksiğiz. Başkalarını engelli görmek düşüncesi belki de bizim eksikliğimizin bir sonucu diye düşünüyorum. Bunu bir anekdot ile perçinleyip sonra kendimi, ne yapıp ettiğimi anlatmak isterim sana.
Ne kadar doğru bir meseldir bilmiyorum ama Kahire’nin sokaklarında akşamın karanlığında elinde fenerle gezen görme engelli birisini gören biri çok merak eder ve der ki, ‘Ben seni tanıyorum. Sen etrafındaki insanlarla beraber Kahire'nin yakınlarında odun devşirir getirir ve fırınlara satarsın. Peki, gecenin bu kör karanlığında niye bir fenerle sokaklarda dolaşırsın?’ Onun cevabı bence çok manidar bir cevaptır, der ki, ‘Ben kendim için değil, başkaları beni görmediğinde bana çarpmasın diye, ne bana zarar versin ne kendisi zarar görsün diye bu feneri taşıyorum’ der.
İşte bu farkındalık duygusu belki de bizim başkalarına karşı önyargılı yaklaşımımızı engeller diye düşünüyorum. Durum odur ki biz bir biçimde yaşarız; duygularımızı, düşüncelerimizi ya tuvala nakşederiz, ya onu sözel olarak anlatırız senin gibi ya da bir başkası gibi hikaye ederiz. Ben de öteden beri Ceyhan'ın sokaklarında günlük gazete satarak büyüyen biri olarak öğretmen olup 17 Aralık 1979’da ayrıldığım Ceyhan'ım da yapıp ettiklerimi yazdığım hikayelere, romanlara nakşederek kendimi var etmekle beraber içine doğduğum toplumun ve beni var eden gerçekliklerin bende oluşturduğu gönül borcunu maddi manevi ödemek için yapıp ettiğimde içine doğduğum toplumu ve kişileri anlatmaya çalışan bir kardeşin, abin olarak karşındayım diye söylemek isterim.
A.T.A.: Sakatlığın var mı yok mu abi? Onun cevabını alamadık.
T.Ç.: Anlattım orada ama benim bir sakatlığım yok. Ben başkalarına düşünsel olarak da sakatmış gibi bakarım. Başkasına, engeli olana sakatmış gibi baktığı için kendim de dahil eğer öyle düşünüyorsam, içimden bile geçiriyorsam asıl sakatlık bende başlayıp bitiyor diye düşündüm.
A.T.A.: Sakatmış gibi bakmak ne demek senin görüşünden?
T.Ç.: Sakat gibi bakıp düşünmek demek karşındakini olduğu gibi kabul etmemek demektir.
A.T.A.: Niye ben sakat birisiyim, sakat gibi bakman lazım bana ve bunda bir sıkıntı yok ki bence.
T.Ç.: Hayır ama o öyle bir şey değildir. Senin fiziksel olarak engelin, benim düşünsel olarak sana engelinmiş gibi bakmak gibi bir tasarrufu bende sağlamıyor.
A.T.A.:Sakat Muhabbet’e dair çok güzel bir kapı açtın aslında. Sakat Muhabbet’i ben niye başlattım? Sakatlar sakat ve bunun ayrı bir durumu yok. Atıyorum, saçın yoktur ve ona kel dersin.
T.Ç.: Eyvallah.
A.T.A.: Yani Afrikalısındır, siyah dersin.
T.Ç.: Eyvallah.
A.T.A.: Uzun boylusundur, uzun dersin.
T.Ç.: Eyvallah.
A.T.A.: Boy olarak.
T.Ç: Eyvallah.
A.T.A.: Bana sakat dersin ki sakatlık bence normal bir şey. Bu senin dediğin şey algı, toplumun yarattığı bir algı. Bu toplumun yarattığı algıyı ben ters yüz etmek için ben Sakat Muhabbet’i başlattım zaten. Sakat demek bence kişiyi küçük düşürmüyor benim düşünceme göre.
T.Ç.: Ben o zaman şöyle bir pencereden bakayım; ben bugün 29 yaşında yürüme engelli bir oğul babası olarak İsviçre'de annesiyle yaşayan oğlumu zaman zaman görmek ya da yurt dışında istediğim ülkeleri gezmek için gittiğimde gördüm ki sanki herkes engelliymiş gibi geldi bana. Senin deyiminle tırnak içinde ‘sakatmış’ gibi geldi ama ben pratik hayat içerisinde gördüm ki aslında onlar bizdeki gibi çocuklarını yani oğullarını ve kızlarını evlerinin arka odalarında kendilerinden, misafirlerinden, dostlarından, akrabalarından bile saklar gibi saklamıyorlar.
Yollar, ışıklar, hayatın birçok gerçekliğini onlara göre hazırladıkları için onlar çok daha fazla engelliymiş gibi görünüyor. Oysa ben gördüm ki onlar onları hayatı dahil ettikleri için bir biçimde yaşamlarını idame ettirsinler diye davrandıkları için çokmuş gibi görünüyor. Bu en küçük bir Avrupa ülkesinde bile böyle gibi geldi ama bizde maalesef...
Sen kendinle barışıksın, oğlum Seçkin de kendisiyle barışık yani kendi durumuyla bile dalga geçebilen bir çocuk ve belki benim şu an kendisiyle ilgili yaptığım bu sohbetin linkini paylaştığında da, ‘Haydi ya niye benden böyle bir söz hakkı aldın da konuştun da’ diyebilir ama barışık olduğu için bu çok kıymetli bir şeydir. Bizim toplumun değer yargısı ve bakışını kendi sözcüklerimle dillendirmek için söyledim yani ne seni ne de benzerlerini şuncağız bile olsun rencide etmek için değil.
A.T.A.: Abi ben rencide olmuyorum, zaten amacım bu. Böyle bir düşünce yapısı var, ben bunun değişebileceğini iddia ediyorum.
T.Ç.: Kesinlikle katılıyorum.
A.T.A.: Yazarak, çizerek, anlatarak, konuşarak. Bu 115. bölüm olacak Sakat Muhabbet'te seninle beraber.
T.Ç.: Kesinlikle katılıyorum.
A.T.A.: 115 bölümde de çok sakat arkadaşım konuğum oldu. Birisi dedi ki bana, bir arkadaşım, ‘Sen de başarılı sakatları konuk alıyorsun’. ‘Hayır, öyle bir şey yok. Ben her sakatı konuk alıyorum’ dedim.
Mesela bir arkadaşım, kör, genç bir kız ve koşu yapıyor, atletizm yapıyor. Konuk olduğunda şöyle demişti ve çok hoşuma gitmişti. Ona diyorlarmış ki, ‘Sen azim için mi koşuyorsun?’ Dedi ki ‘Ben koşmayı seviyorum, onun için koşuyorum. Kimseye bir mesaj vermek istemiyorum. Hoşuma gidiyor koşmak ve koşuyorum. Bu kadar basit’.
Hep insanlarda şu oluyor; ‘başarılı bu, azmetti ve başardı’. Azim ile ilgisi yok bunun; hayatını sevmekle ilgisi var. Hayatını sevmenin de sakat olmuşsun ya da olmamışsın ile bir ilgisi yok aslında bence.
T.Ç.: Şimdi bence şöyle bir şey de var; bence insanlığın fiziksel engelinden çok zihinsel engelinin ya da önyargısının toplum üzerinde, bireyler üzerinde olumsuz sonuçlarını konuşmamız gerekiyor diye düşünüyorum. O dediğin kıymetli kardeşimizin, görme engelli kardeşime eğer siz ne kadar tırnak içinde ‘kör’ dediyseniz de ben ‘görme engelli’ demek istiyorum
A.T..A.: Sen şimdi ‘sakat’ demedin, ‘engelli’, ‘kör’ demedin, ‘görme engelli’ dedin ve aktivistler bunu tercih ediyorlar.
T.Ç.: Bu acıma değil, olması gereken bir kavram olduğunu düşündüğüm için öyle diyorum. Dostlarımız, dinleyen dostlarımız bu konuda ne der bilmiyorum ama ben kendi oğluma acımadım ki başkasına acıyayım.
A.T.A.: Abi işte kör deyince acımış olmuyorsun zaten.
T.Ç.: Alperciğim kör kelimesini çok görmezseniz bana, böyle ötekileştirmek gibi geliyor.
A.T.A.: Benim hedefim de o yani niye öyle hissettiriyor sana? Böyle hissettirmesinin nedeni toplumun kendisi. Sen bu yaştasın, bu yaşa kadar ben de öyleydim. Ben de kendimi aciz hissediyordum, toplum bana bunu öğretiyordu. Benim babam da Ceyhanlı. Babamın bana küçükken yaptığı bir sürü şeyler vardı, oğlumu iyileştireceğim diye bana işkence yapıyordu adam ama amacı oğlu düzelsin idi.
T.Ç.: Kendine yetsin. Kendini, hayatını idame ettirebilsin. Babanız yaşıyor mu?
A.T..A.: Rahmetli oldu üç sene önce.
T.Ç.: Işık içinde uyusun, mekanı cennet olsun diyelim. Eminim ki o bir yerlerden sizi görüyor ve sizin yapıp ettiğinizle de gurur duyuyor. Yaptığının yanlış olduğunu da düşünebilir.
Mesela ben şunu gördüm; dokuz yaşına kadar oğlumuz benden ayrılıncaya kadar biz denize, havuza gittiğimizde kollukları yetmiyormuş gibi bir can simidi ve daha yakın duruyordum başına bir hal gelir diye.
A.T.A.: Şu anda iki sandalyede bir çık durumdayız, onu söylüyor aslında.
T.Ç.: Ben ilk gittiklerinden iki yıl sonra İsviçre'de Aurora kantonuna gidip onu bir havuzda gördüğümde ister istemez koruma içgüdüsü refleksiyle ona atılmak istedim çünkü bu dediğim şeyler yoktu. 10 yaşlarındaydı, 11'ine girmişti belki. Kollukları yoktu, can simidi yoktu, hocası öbür taraftaydı. Olimpik bir havuzda ben onun derinliği 50 metre olan bir yerde batacak ve suyu alacak kaygısıyla bir refleksle onu koruma gereği hissettim.
A.T.A.: Yaşı kaçtı o zamanlar?
T.Ç.: 10-11 yaşlarındaydı.
A.T.A.: Sakat olmasa da, burada herkesin torunu çocuğu var. O yaşta bir çocuk havuza girince sakat olmasa da endişe eder anneler babalar. Sakatlıkla alakası yok bunun bence.
T.Ç.: Şöyle bir şey var, onun kollarını çok iyi kullanmadığını biliyorum. Mesela bu iki haftayı, Eylül'de beraber geçirdiğimizde gördüm ki en iyi kullandığı sağ eliyle akülü arabasını, öteki telefonuyla da bilgisayarı kullanıyor. Ben refleks olarak gittiğimde öğretmen bana dedi ki, ‘Nein, das ist richtig.’
A.T.A.: Ne demek? Almanca konuşuyorsun şu anda.
T.Ç: ‘Hayır, bu yaptığın doğru değil’ dedi bana.
A.T.A.: Ben o öğretmeni öpüyorum alnından, çok doğru.
T.Ç.: Ben batar diye düşünüyorum.
A.T.A.: Seçkin de rahatsız olur bundan, ben sana söyleyeyim.
T.Ç.: O belki öyle hissetti ama...
A.T.A.: Çünkü beni rahat bırakıyordur, batarsam batayım diyordur belki de bir yandan da.
T.Ç.: Bizde şöyle bir şey vardı bir eğitimci olmama rağmen; 43 yıl beş gün Milli Eğitim’de öğretmenlik yapıp emekli yaşadığından emekli bir dostunuz olarak ben şöyle zannediyordum çünkü biz gak dedikçe et, guk dedikçe süt veriyorduk. Tüm bakımını biz üstlendiğimiz için kendine yetmez, korumaya gidiyoruz. Oysa orada olup biteni gördüğümde aslında anladım ki ona iyilik etmiyormuşuz, onu kendimize bağımlı hale getiriyormuşuz. Doğru olan oymuş.
A.T.A.: Abi lafını balla keseceğim. Programının ortalarını geçtik. Bir müzik paylaşıyoruz ve müziği de ben konuğa soruyorum. Ne dinleyelim bu hafta? Bir müzik seçimin var mı senin? Seçkin’in sevdiği bir şarkı varsa o da olur.
T.Ç.: O zaman Seçkin’in sevdiği şarkı “Sarı Gelin” olsun ama Ermenicesi olsun.
A.T.A.: “Sarı Gyalin” diyor bunlar.
T.Ç.: Evet öyle.
A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta Mersin'de. Gülbahar Özmen Aktif Yaş Alma Evi’nin bahçesindeyiz. Ben Hikaye Anlatıcılığı Atölyesi yapıyorum bu arada ki dinleyenler bilmiyorlar bunu tabii. Onu da Alzheimer Derneği'ndeki gönüllülere yapıyorum ve bugün altıncı haftamızın ders günü.

Ders gününde korsan bir şekilde bu kayda başladık. Umarım katılımcılar da derslerimizden çalıyorsun demiyorlardır bana, onu da umuyorum. Şu anda da onlardan bakıyorum ve bir öğrenci çalıyorsunuz dedi; diğerleri ise iyisin, iyi gidiyorsun dediler. O yüzden şu anda berabere gibi kaldık aslında.
Konuğum da Tacim Çiçek. Tacim Abi ilk bölümde anlattı biraz. Tabi çok öykücü olduğu için öyküleştirdi biraz. Seçkin dedin abi, Seçkin'in doğduğu güne gidelim. İlk doğdu ve sakat olduğunu öğrendin. O günden bugüne özetlesene abi, nasıl geçti o günler?

Tacim’in Seçkin’i ve ‘Hatıralar Manavkuyu-İzmirim 46’ Kitabının 4. Bölümü
T.Ç: Şimdi Alperciğim, ben bunu benim kişisel hayat hikayem üzerinden kotarılmış üç tane kitabım var. Birisi, Ceyhan Halk Kütüphanesi'nden 3. sınıftan 5. sınıfa kadar sayfa sayfa - ikişer yaprak olarak dört sayfa yapıyor - iki yaprak dört sayfa biçiminde koparıp sonra da kapağını götürüp birleştirdiğim, ilk kitaplarımı oluşturduğum, benim kişisel hayat hikayem üzerinden anlattığım Kitap Hırsızı.
İkincisi, senin az önce dostlarımıza da gösterdiğin Geçmiş Ceyhan'da Çocukluktu.
Üçüncüsü de Hatıralar Manavkuyu-İzmirim 46 diye dört bölümden oluşan bir kitaptır. Bu kitabın son bölümünde, dördüncü bölümünde Seçkin'in bizim hayatımıza girişini annesinden de izin alarak yazmam gerekenleri yazdığım bir kitaptır.
Orada özetle şunu anlatırım; 19 yıl birlikte bir evlilik yaşadığım, Mersin'de doğmuş büyümüş ve aşkımız için okulunu bırakmış olan Seçkin’in annesinde her türlü rahatsızlık vardı. Yumurtlama problemi, düşük tehlikesi, endokrinolojik durumlar vs. Ben onun illa da bizim çocuğumuz olacak yaklaşımı ile çektiklerini gördüğüm için. Diyordum ki doğanın bize vermediğini biz ondan zorla almayalım. Biz Çocuk Esirgeme’den de, ailelerimizden de, kardeşlerimiz evliydi onun da benim de çocuklarını bize gönüllü olarak vereceklerdi ama yapma diyordum, o ise illa bunu istiyordu.
Fakat Seçkin 32. haftaya girdiğinde annesi bir düşük tehlikesi geçirdi. Buradaki hanım kardeşlerimiz çok iyi bilir, lütfen bağışlayın beni. Siz böyle bir takım işler yaptığınızda suyunuz erken gelir ve arkasından da bir doğum tehlikesi olabilir. Sandıklı, Afyon’da öğretmendim. Tüp Bebek Merkezi'nden destek alıyorduk. Türkiye'nin Ankara'dakinden sonra İzmir Ege Üniversitesi Tüp Bebek Merkezi'nden biz destek almıştık ve onlar da 32. haftada sezaryen ile alacaklardı.
Ama 31. haftasında bu sorunu yaşayınca biz Sandıklı’ya kadar özel aracımızla geldik. Sonrasında ambulansa bindirdik, yanımızda hemşiremiz de vardı ve bir pratisyen doktorumuz da vardı ama biz Uşak’a girmeden yolda bebeğimiz dünyaya geldi. Kordon dolanması denildi.
Uşak’ta küveze konularak ertesi gün biz gittiğimizde bize denildi ki emme refleksi yetersizliğiyle bir süre küvezde kalmak zorunda. Orada 13 gün kaldı.
Sonra da bize denildi ki ‘Çok uzun anlatırım. Bu bir depreme benzer. Depremde enkaz kalktığında hafif midir, orta mıdır, şiddetli midir ama depremdir. Biz onu orada görürüz’. Seçkin büyüdükçe biz gördük ki bizim en büyük depremimiz ayakta durmaktır, dik durmaktır ve sonra da adım atmaktır.
A.T.A.: Ben buna katılmıyorum ama devam et.
T.Ç.: Ayakta duramıyor, duramadığı için de adım atamıyor. Birilerine ihtiyacı var.
A.T.A.: Yani ne oluyor? Atamadı, kalkamadı. Ne olur ki? Atamasın, ne olacak?
T.Ç.: Şöyle bir şey var Alperciğim. Anne baba yaşarken bizim toplumumuzda engelli çocukların hiçbir problemi yok, ailesi ona ayak da olur, göz de olur, kulak da olur, el de olur, ayak da olur, doyurur, yedirir, içirir. Sosyal bir devlet olmadığımız için ve 30’lu yaşlardasınız anne baba olarak onun kadar yaşamayacağınızı da biliyorsunuz ama şöyle bir şey de var; ölümün sıralı olduğu diye bir şey yok, her an her şey olabilir. Herkesin başına her şey gelebilir ama siz hep sizden sonrasını düşünüyorsunuz.
Sonra biz oturup o ilkokula geldiğinde, bilgisayarla yazmaya başladığında, okuma yazmayı öğrendiğinde, başladığında eşimin ailesi yurt dışındaydı ve dedik ki Seçkin için en uygunu onun yurt dışında olması, orada yetişmesi, orada eğitim yapması, meslek edinmesi ve öyle olduğunda buna karar veriyorsunuz.
Benim tek katılmadığım şey şu oldu. Ben oraya gitseydim üç güveysi olacaktım altı ay kaldığım halde de dayanamadığım için. Oğlumuzun annesi ile oturduk konuştuk ve dedik ki ‘Tamam, siz hayatınızı buradan sürdürün, ben de ülkeme döneyim’ ve anlaşmalı olarak boşandık.

İsviçre Şartlarında Seçkin
Onlar oradalar, 20 yıl bitti 17 Nisan’da 21. yıla girdi. Onlar orada hayatlarını idame ettiriyor. Ben gördüm ki Alperim, kendine yetebiliyor. Meslek edindiği işi yapıyor belediyede. Onlar, ‘Rathaus’ diyorlar belediyelere. Önemli evrakların imha edilmesinde görev almış vaziyette Seçkin. Beş yıldır çalışıyor.
Onlar orada hayatlarını kurdular, ben de burada kurdum. Ben en çok da Seçkin için yani eğri oturup doğru konuşalım arkadaşlar. Biz de maalesef engelli dediğimiz ya da senin deyiminde sakat dediğimiz çocuklarımızı biz kendimizden bile saklıyoruz. Arka odalara koyuyoruz.
O şu anda bunları kendisiyle ilgili konuşuyor olduğumu bilse ki linki atacağım. Belki kızacak ama üzgünüm, bir gerçekliğin altını çizmek için konuşuyorum, onu ifşa etmek ya da üzmek için değil.
A.T.A.: Abi, bak demek ki sorun Seçkin’de değil, sakatlığında değil çünkü orada oluyorsa burada da olabilir. Demek ki toplumda bir sıkıntı var. Engellilere, sakatlara gerekli şeyler yapılsa... İsviçre'de olabiliyorsa burada da olur, Afrika'da da olur, her yerde olur. Demek ki zihniyette bir sorun var. Benim Sakat Muhabbet’te amacım bunu ortaya çıkarmak zaten.
T.Ç.: Ailede ve devlette var bu sıkıntı ve biz ‘mış gibi’ yapıyoruz.
A.T.A.: Peki, Seçkin’in nedir sakatlığı? Tam adıyla söylesene. Neler yapıyor, neler yapamıyor? Onu bilmiyor dinleyenler.
T.Ç.: Serebral Palsi.
A.T.A.: Serebral Palsi, CP diyoruz kısaca.
T.Ç.: Akülü araba kullanabilir. Senin kullandığın gibi telefonunu kullanır, bilgisayarını kullanır, yiyeceğini yer, içeceğini içer ama kollarına yaslanarak buradan kendini oraya atamaz.
A.T.A.: Şu an sandalyeden kalkar gibi yaptı Tacim Abi, dinleyenlere ben tarif ediyorum.
T.Ç.: Bunu yapamaz. Bunun için mesela İsviçre'de şöyle bir şey var. Haftada dört gün çalışır, 30 saat çalışır. Aşırı Fenerbahçelidir.
A.T.A.: O konuda anlaşamadık onunla, çekişiriz.
T.Ç.: İsviçre’de maçlara da gider. Bir ihtiyacı için başka birileri gelir annesiyle birlikte yaşıyor olsa bile. Annesi haftanın üç günü çalışır. Onunla birliktedir diye. Mesela onun için burayla Avrupa ülkesinin genelini demeyeceğim ama Almanya insan yaşam kaynakları ve sıralaması açısından 17. 20. sırada. Norveç, İzlanda'dan sonra İsveç, İsviçre 2., 3. sırada. Bu konuda çok şanslılar.
A.T.A.: Seçkin anlatılandan anladığım kadarıyla hayat dolu bir insan diye anlıyorum. Futbolla ilgili, hayatla barışık bir insan diye şu an duyuyorum ben senden.
T.Ç.: Fransızca bilir, Almanca bilir, Türkçe okur, yazar. Zaten buradayken üçüncü sınıftayken gitti İsviçre’ye. Annesinin de bu konuda emeğini ve katkısını unutmamak gerekir.
Seçkin’e Sakat Muhabbet’e Konuk Olma Daveti
A.T..A.: Seçkin’i konuk almak istiyorum ben. Seçkinciğim konuk ol da babanı bir haşlayalım beraber çünkü sen benim kafamdasın anladığım kadarıyla. Ben ikiniz konuk olsun istemiştim ama Seçkin bunu tercih etmemiş, Seçkin’e söylemiş Tacim Abi. Çok sağol Tacim Abi konuk olduğun için. Bu hafta konuğum Tacim Çiçek idi. Son sözlerinizi de alayım abi.

Seçkin’in Serüvenleri Masal Kitapları Dizisi
T.Ç.: Madem bu muhabbet onunla başladı ve bitti, son sözüm şöyle olsun; mesela ben Seçkin'e anlattığım masallardan, hikayelerden, Say Yayınları’ndan çıkan Seçkin'in Serüvenleri üst başlıklı beş kitabın her hikayesinde o sanki yürüyormuş gibi, yaşıyormuş gibi, hayal ediyormuş gibi doğayla ilgili hikayeler anlattığım ve çok okunan çocuk kitaplarımdan olarak onun son üç serisini de yine ona adadım.
Biraz böyle aramız limoniydi ve aramız iyi olur diye yazdım çünkü o hep beni suçluyor. Az önce size anlattığım Hatıralar Manavkuyu isimli kitabımda dediğim gibi, bana ‘kolega’ diyor yani asker arkadaşı deriz ya, biz tertip deriz ya onun gibi, Almanca’da. ‘Kolega Tacim’ diyor, ‘Sen beni istememişsin’ diyor.
A.T.A.: Doğru mu?
T.Ç.: Hayır, öyle değil. Durumunu gördüm. Ölümlerden döndü biz Mersin'e gelirken. Bu kadıncağızın bu konuda ne kadar çok acı çektiğini gören biri olarak ben istedim ki doğadan alamıyorsak, bazıları bunu Allah der, şu der, ben öyle dediğim için bir ateist olarak dedim ki çevremizden ya da hiç tanımadığımız birinden bir evlat ediniriz. Bir süre sonra o bizim öz evladımız gibi gelir, illa bizim kanımızdan, canımızdan olması gerekmiyor. O çok bedeller ödedi. Onun için mesela benim boynum hep kıldan ince diyorum ama hep o bir biçimde belki çok yaşadığını, ettiğini bire bir tanık olmadığım için, içselleştiremediği için o sorular sorduğunda dedi ki, ‘Ya işte seni en çok ben istedim. Tırnak içinde baban istemedi’ dediği için o buzlar bir türlü erimiyor. O hep böyle işlediği için maalesef çocukluktaki travmalar Alperciğim, sen daha iyi bilirsin belki, biz yetişkin olsak sebebini, sonucunu biliyor olsak da geçmiyor maalesef. O öyle diyor, ‘Üstad sen beni istememişsin’ diyor.
A.T.A.: Ona mesajın var mı? Bu itirazına sen ne cevap vermek istersin? Buradan öyle bitirelim istersen. ‘Seçkinciğim, ben seni istedim’ şeklinde başlayarak söyle istersen.
T.Ç.: Ben ona dedim, Hatıralar Manakuyu kitabında da anlattım.
A.T.A.: Şuradan seslen, Seçkin'e seslen, Seçkin'le konuş.
T.Ç.: Ben sadece Seçkin'e şunu söylüyorum; Hatıralar Manavkuyu'nun dördüncü bölümünü okusun, annesinin de olur verdiği o bölümü okusun.
A.T.A.: Orada ona cevabım var diyorsun.
T.Ç.: Var tabii ki, çok değil 30-40 sayfa bir şey.
A.T.A.: Tacim Abi, çok çok sağol konuk olduğun için. Bu hafta konuğum Tacim Çiçek idi.
Programı dediğim gibi Mersin Mezitli'de Gülbahar Özmen Aktif Yaş Alma Evi’nin bahçesinde Hikaye Anlatıcılığı Atölyesi’nin altıncı haftası gününde yaptık. Katılımcılarımızın yarım saatini de çaldık aslında bir yandan da, kusura bakmasınlar. Benim için güzel bir şeydi bu da.
Ben şöyle bitiriyorum programı her hafta; ‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin!’ Haftaya buluşmak üzere, hoşçakalın!

