Ekonomi Politik’te Ali Bilge, İmralı’ya gidecek TBMM heyeti tartışmasını, PKK’nin attığı adımlara rağmen devletin karşı adım atmamasını, koruculuk ve sınır politikaları ile bölgede dış aktörlerin belirleyici rolü gibi başlıkları değerlendiriyor.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ö.M.: Bugün Ekonomi Politik’te neleri ele almayı planlıyoruz?

A.B.: İmralı’ya gidecek TBMM heyet meselesi Türkiye’nin gündeminde, onu konuşalım ancak ana konumuza geçmeden önce sizinle kaybettiğimiz ortak dostumuz Akın Atauz’u konuşalım. Atauz, Türkiye’de demokratik mücadelenin çok önemli isimlerindendir, 60 yıllık mücadele geleneğinden gelen bir kişidir, aynı zamanda kendi değimiyle şehirci bir kişidir. 1968’lerden itibaren dünya, Türkiye ve Ankara sorunları ile uğraşan Ankara sevdalısı bir aydındır. Dün ‘Ankara öksüz kaldı’ dedim çünkü Akın Bey’in Ankara üzerindeki çalışmaları ve şehircilik çalışmaları hep çok değerli oldu. Bugün onu anmadan geçmeyelim, çok yeni aramızdan ayrıldı, anılarda yaşayacak. Ankara’ya, ODTÜ’ye, sivil topluma ve Türkiye’ye başsağlığı diliyoruz.
Bugün aynı zamanda Sevgi Soysal’ın vefatının da 49. yılıymış, Sevgi Hanım, 1976 yılında çok genç yaşta kaybettiğimiz bir yazarımız ve çok önemli bir aydınımız. Sevgi Soysal’a da, Akın Bey’e de selam diyelim.
Ö.M.: Ve buradan günaydın diyelim.
A.B.: Evet. İsterseniz malum konumuza geçelim.
Ö.M.: Evet, lütfen.
A.B.: İttihat ve Terakki’nin en önemli figürlerinden Talat Paşa, Ermeni meselesi için ‘Kamilen izale edilmesi gereken bir gaile’ demişti. ‘Topluca giderilmesi, yok edilmesi gereken uğraştırıcı bir iş, dert ve sıkıntı’ demek. Osmanlı tarihine baktığımızda bir de ‘millet-i hakime’ kavramı vardır. Bu ne demek? Devleti Müslümanların yönetmesi demek. Osmanlı’da Müslüman olmayanlara da ‘millet-i mahkume’ denirdi. Müslümanlar, devleti yönetenler Millet-i hakime, Müslüman olmayan diğer milletler millet-i mahkume idi.
Ö.M.: Yani hakimler ve mahkumlar var!
A.B.: Evet. Tanzimat’tan İttihat ve Terakki’ye kadar uzandık, daha sonra Cumhuriyet’e geldik. Bu süreçte millet-i hakime, millet-i mahkûme kavramları nasıl değişti? Önce millet-i mahkûmeler, Müslüman olamayanlar bu coğrafyadan uzaklaştırıldı. Millet-i hakime kavramı da Cumhuriyet ile birlikte değişti. ‘Millet-i hakimeler’ artık sadece Müslüman Türkler oldu, devletin sahibi ve devleti yönetmek onların hakkı oldu.
Türkleşme ve Türkleştirme başladığı yeni dönemde ‘millet-i mahkûmeler’ de Kürtler oldu. Kürtler ve diğerleri, Türkleşmeye zorlandılar ve kendisini Türk görmeyenler Türklere hizmete mahkum oldular. Türk olmayanların Türklere hizmet etmeye mükellef olduklarını Recep Peker’in , Mahmut Esat Bozkurt’un ve İsmet İnönü’nün beyanatlarında görebiliriz.
Kürtler, ‘millet-i mahkûme” olduktan sonra sonraki tarihimiz çok kanlı ve karanlık seyretti. İsyanlar, yola getirme ‘tedip ve tenkil’ diye ifade edilen uygulamalar ile bir yüzyıl geçirdik. Muazzam insani, maddi ve manevi kayıplarla geçen 100 yıllık dönemde Cumhuriyet inanılmaz enerji harcadı. Yüzyıl sonra bugünlere geldik.
30 yıldır Türk milliyetçilerinin örgütü MHP’nin Genel Başkanı olan ve sürekli olarak “Öcalan asılmalı” diyen, “idam edilmeli” diyen, “idam uygulaması tekrar getirilmeli” diyen, idam urganını Erdoğan’a atan Devlet Bahçeli, bugün Kürt sorununu kamilen çözmek istiyor. Ancak iktidarın büyük ortağı Erdoğan, Bahçeli’nin tüm girişimlerine hep ihtiyatlı yaklaştı.
13 aydır bu süreci konuşuyoruz, Erdoğan zor ikna oldu, hatta oldu olmadı. Sonuçta MHP ve Bahçeli iktidar ortağı, Erdoğan iktidarının devam etmesi için de Bahçeli’nin desteğine ihtiyacı var ancak Erdoğan konuya hep ihtiyaten yanaştı. Bu işin sürükleyicisi iktidar kanadında hep Bahçeli oldu.
Ö.M.: Erdoğan’dan da bu konuda bir açıklama gelmedi.
A.B.: Evet, hep başkalarının üzerinden açıklamalar yapıldı. İsmine ne dersek diyelim; İmralı süreci, barış süreci, silahların susturulması süreci, çözüm süreci diyelim, bu süreç aslında Bahçeli ve Öcalan sürecidir, baş mimarlar bunlardır. ‘Mimar başı’ deniyor ya Osmanlı’da Sinan için, bunlar da bu işin mimar başları oldu.
Başından beri sorumuz şu oldu; bu süreç Kürtleri millet-i mahkume olmaktan çıkarmayı mı amaçlıyor?Türkiye’de Kürtlerin anayasal olarak varlığı, hakları garanti altına mı alınıyor? Bu haklar kabul mü ediliyor? Anayasa Kürtler lehine mi değişiyor?
Peki sorularımızın cevabını aldık mı? 13 ay boyunca hiç böyle bir gelişme yaşadık mı? Henüz öyle bir adım ya da adımlar görmedik. Tüm bunlar bir dönüşüm, değişim, reform çabasının bir ürünü olarak mı ortaya kondu? Sistematik bir programa mı dayanıyor? Bunlar da yok?
Osmanlı’da ‘İttihadı anasır’ diye bir kavram daha vardır. Bu kavram, bir üst kimliğe işaret eder - Osmanlıcılık gibi – Tanzimat ile 1913 arasında bu kavram geliştirildi.
Ö.M.: Unsurlar arasında bir ittifak.
A.B.: Evet, Osmanlıcılık adı altında bir üst kimlik geliştirildi.
Memlekette iktidar tarafından 13 aydır böyle bir üst kimlik mi geliştirildi? Hayır, böyle bir gelişme de göremiyoruz. Peki ne oldu? PKK, örgütü feshetme kararı aldı, silahlar yakıldı, Zap boşaltıldı ama Türkiye Kürtlerinin anayasal ve kültürel taleplerinin hiç biri yerine getirilmedi. Devlet ve iktidar şu ana kadar ne yaptı?

PKK ve Kürt dünyası adımlarını attı. Peki bunlara karşı devlet şu ana kadar bir adım, ufak bir jestte bulundu mu? Bir jest olarak, örneğin, Korucu sistemi mi kaldırıldı? Mayınlar mı imha edildi? Sınır duvarları mı yıkıldı?
Ülkede koruculuk denen gayri ahlaki, kardeşi kardeşe sürükleyen, Kürtlerin arasını açan bir uygulama var; hâlâ koruculuk yürürlükte. Sorarım, korucu sistemi mi kaldırıldı Türkiye’de? 60 bine yakın korucu var, bunlar yıllardır devletten de maaş alıyorlar, adamın amcasının oğlu korucu, kendisi PKK’lı, yıllardır birbirlerine düşman! Bu dramlar yaşandı. Koruculuk arkaik ve çok yara açan bir uygulama oldu. Devlet, “Sen Zap’ı boşalttın, kendini feshettin, ben de bir adım atıyorum ‘korucu sistemi’ni kaldırıyorum” dedi mi?
Memleket bir mayın ülkesi, ülkedeki mayınlar mı imha edildi? Sınır duvarları mı yıkıldı, aralandı? Türkiye’de 145 milyon km2’lik bir alan mayınlı. Saydım, 20’ye yakın ilde, vilayette mayınlı araziler var, oralar aynı zamanda otlaklar, zaman zaman çobanlar, çocuklar ölür, ufacık haber olurlar. “Bu mayınları kâmilen temizliyorum” mu dedi devlet ve iktidar?
1000 km’ye yakın sınır duvarlarımız bulunuyor, demir ağlarla öremedik ülkeyi ama duvarlarla ördük! 4 metre yüksekliğindeki sınır duvarlarımız, devriye yollarımız var. Mesela “Şu duvarlar açıldı, aralandı, mayınlar temizlendi, koruculuk kaldırıldı ya da bunların adımları atıldı, kararları alındı” diye bir şey duydunuz mu? Hayır!
Bölgede son bir yılda yaşananalar nedir?
Suriye’de Esed rejimi sona erdi, Esed gitti, İran gitti ve hatta Rusya gitti. Çok önemli gelişmeler yaşandı.
Bunların yerine ABD ve İsrail geldi. Bu ikili, Suriye ve bölgeye format atıyor, bu formatta hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi Kürtleriyle, hem de Suriye Kürtlerinin çatışmasız olmasını gerektiriyor çünkü format atan irade de bunu böyle istiyor. Bu nedenle olan biteni anlamaya çalışırken, dış dinamiğin rolünü görmek durumundayız. Bugün yaşadıklarımız dış dinamiğin yansımalarıdır. Türkiye’nin hem sınırları içinde yer alan Kürtlerle, hem de sınır dışındaki Kürtlerle bölgede ve Suriye’de atılmakta olan formata halel gelmeyecek bir şekilde çözmesi isteniyor.
Bu çözüm isteğinin demokrasinin genişlemesi demokratikleşme ile ilgisi yok.Çözümün otokrasi içinde, otokrat liderler inisiyatifinde gerçekleşmesi isteniyor. Demokrasi ve eşitlik umurlarında değil!
Ülke içinde konunun muhatabı üç aktör var; Bahçeli -Erdoğan ve Öcalan ve üçü de otokrat... Erdoğan ve Bahçeli, ülkeyi 10 yıldır otokrasi ile kardeş kardeş yönettiler. Öcalan da örgütü otokrasi ve demir yumrukla yönetti. PKK demokratik bir örgüt mü? Silahlı bir örgüt, demokratik bir şekilde yönetmek mümkün değil.
Bölgeye format atan yurt dışı iki aktöre bakalım: Trump ve Netanyahu. Demokrat mı bunlar? Bölgeye format atan gücün demokrasiyle ilgisi yok.Kürtlerin varlığı tanınacak belki ama bu iç ve dış otokratların eşliğinde otokratların orkestrasyonunda gerçekleşecek!!

Şimdi komisyona gelelim, bu konuda TBMM’de kurulan komisyonun İmralı Cezaevi’ne gitmesi beklenen, olması gereken şey değil; Öcalan’ın Meclis'e gelmesi olması gerekendir. Bu açılım böyle başlamadı mı?
Ö.M.: Evet, öyle başlamıştı, gayet net olarak ifade de edildi, üzerinde tartışmalar bile yapıldı hatırladığım kadarıyla.
A.B.: Aslında olması gereken, komisyonun İmralı Cezaevi’ne gitmesi değildi;Öcalan’ın Meclis’e gelmesiydi.? Bahçeli bunu söylememiş miydi ? Umut hakkından yararlansın dememiş miydi? Bu neden gerçekleşmedi?
“Öcalan gelsin, TBMM çatısı altında siyaset yapsın” dememiş miydi? Doğrusu, Öcalan’ın Meclis’e gelmesidir. Öcalan gelsin, DEM’in başına geçsin, demokratik bir kongre yapabiliyor ise yapsın, partisini demokratik bir şekilde yönetsin. Sivil siyaset üretsin, onun da performansını görelim. Partisini seçime hazırlasın, seçime götürsün, beklenen bu değil mi? Beklenen demokrasi ve özgürlük paketi ile sonuca ulaşmak değil ise nedir? Otokrasi paketiyle barış ve demokrasiye mi geçilir? Otokrasi paketi ile mi barış sağlanacak?
İktidarın geçen 13 ayda üzerinde durduğu iki büyük siyasi projesi var. Birincisi çözüm süreci, silahların susması, Türkiye’nin Suriye’nin yapılanmasında aktör olması, böyle önemli bir işi var.
İktidarın ikinciönemli siyasi projesi, “Ana muhalefet gailesinin kamilen izale edilmesidir”. En önemli gailesi son bir yılda ana muhalefeti kâmilen izale etmek, bu sıkıntıyı gidermek oldu. Otokrasi, ana muhalefeti boğmaya, kuşatmaya çalışıyor. 16 milyonluk İstanbul’un Belediye Başkanı, Cumhurbaşkanı adayı önce diploma, vb. entipüften iddianamelerle tutuklu ve yargılanıyor. 20’ye yakın belediye başkanı, 400’e yakın bürokratı hapiste. CHP’nin kapatılmasını konuşuyoruz biz bu süreçte!
Ö.M.: Aynen öyle.
A.B.: Meclis’te kaç milletvekilinin fezlekesi var?
Ö.M.: Özgür Özel de dahil olmak üzere fezlekeler var. Zonguldak’ta CHP’nin 72. miting ya da onun değimiyle ‘eylemi’nde Özgür Özel’in İmralı konusunda yaptığı açıklamada da söylediği şuydu, “Biz Kürt sorununun varlığını cesaretle söyledik ve söylemeye devam ederiz. Demokrasilerde sorunlar demokratikleşerek çözülür, asla ve asla zorlamalar ve tartışmalarla bu şekilde çözülmez. Bugün belediyelerde kayyımlar durmaktadır; siyasi tutuklular 10 yıldır hapistedir; CHP’nin 16 belediye başkanı hapistedir; evlatlar, çocuklar, kadınlar zulüm görmektedir. Meclis, Kürt’ün gencinin de Türk’ün gencinin de büyük sorunlarına duyarsızdır. Biz meseleyi asla ve asla hiçbir şekilde barışın gelmesini engelleyerek, Kürt sorununun çözülmesini engelleyerek, terörün bitmesini engelleyerek bir tutum takınacak değiliz. CHP, ilk gün durduğu yerdedir; doğruların, demokrasinin, sorunların çözümünün arkasındadır. Kimsenin peşine takılmak, kimsenin dediğini yapmak, kimsenin planlarının bir parçası olmak zorunda değildir” diye bir açıklaması oldu. “Tüm Kürt kardeşlerimi tüm Türkler gibi bu ülkede farklı etnisiteden yaşayan herkes gibi yürekten kucaklıyorum. Onların derdi derdimizdir” diye de devam etti.
A.B.: Bir tane DEM’li kayyum değişti mi? Ahmet Türk görevine iade edildi mi? Bu ülkede Cumhurbaşkanına hakaret davası 100 bini aşkın. Binlerce DEM yöneticisi, eş başkanlar hapiste, kayyımlar cirit atıyor, CHP’ye kayyım cabası, İstanbul il örgütü garabeti yaşıyoruz, acayip bir şey!
Ö.M.: Evet, Murat Sevinç’in Diken’de defalarca dile getirdiği gibi, bu kanun hükmündeki kararname denilen çok büyük bir garabet ve sivil ölüm diye nitelendiriliyor, onda bir değişiklik yok.
A.B.: Otokrasi tam gaz işlerken, CHP bölünmeye çalışılırken, böyle bir ortamda İmralı’ya heyet sorunu yaratarak CHP’yi markaja almak kambura yatmaktır. ‘Kambura yatmak’ şöyle bir şey; ayakta duran birisini sırt üstü düşürmek için birisi eğilir ve itilir, işte böyle bir siyasal durum yaratıldı. CHP’nin tavrını, olan biteni doğru analiz etmek zorundayız. Ayrıca CHP, önümüzdeki hafta bir program değişikliği yapacak, aslında bizim ana konumuz o olmalıydı.
Ö.M.: Evet bence de.
A.B.: Yıllardır izliyorum CHP’nin program değişikliklerini, kongrelerini izlerim. Bu konjonktürde program değişikliği çok önemli. 1989 yılında SHP‘nin hazırladığı bir Kürt raporu vardı, o döneme göre ileri bir rapordu. CHP’nin program değişikliğinde gündeme getireceği hususlar, Kürt seçmenle kurduğu diyaloğu daha da zenginleştirebilir. Önemli bir durum, izleyeceğiz.
Ülkede güven sorunu var, feci bir güven sorunu yaşıyoruz biz bu ülkede, rejim ve iktidara çoğunluk güvenmiyor. İktidarın muhalefetle ilişkisi kangren olmuş durumda, muhalefet ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.
Ana muhalefetin ideolojisini beğenmeyebilirsiniz; 30’ların, 40’ların Kemalistleri var, CHP şöyle böyle diyebilirsiniz ancak bu parti ana muhalefet ve şu anda birinci parti konumunda ve de ortadan kaldırılması isteniyor, bir ülkede ana muhalefetin susturulması diğer muhalifler tarafından istenebilir, göze alınabilecek bir durum mu?
Güven sorunu aşılmadan kadim Kürt sorununa radikal değişiklikler, çözümler üretmek çok zor. Dolmabahçe mutabakatını nasıl unutuyoruz. AKP iktidarını genel başkan yardımcısı, başbakan yardımcısı, HDP temsilcileri herkes orada birlikte mutabakat imzalandı ancak kısa bir süre sonra yırtıldı! Kim yırttı? Bugün iktidarın başı, yürütmenin başı yırttı. Hafızada bu varken güven sorunu olmaz mı?

Dikkat çekmek istediğim diğer bir başlıkta şu: Meclis komisyonuna MİT başkanı geliyor, “Beyler, bayanlar, Öcalan’la görüşmelisiniz!” diyor. Bunları söyleyecek olan yürütmenin başıdır; toplar parti başkanlarını, durumu gerekçeleriyle izah eder, bunları bürokrat söylemez, politik iktidarın iradesi bunu söyler, o zaman gerçekçi olur. MİT Başkanı komisyona gelip bilgi veriyor ve “Gitmelisiniz, görüşmelisiniz!” diyor. Bu işler böyle yürümez, dünya örneklerinde de böyle. Bürokratın bir noktaya kadar yetkisi ve katkısı var. Yeni Yol grubu da İmralı’ya gitmiyor galiba, değil mi?
Ö.M.: Evet gitmiyor, gitmeyen başka da var galiba? Özdeş, kim vardı tam hatırlamadım?
A.B.: CHP ve diğerlerinin katılmaması, sürecin akamete uğraması, sona ermesi anlamına gelmez. İktidar sözünü yerine getirsin ve Öcalan’ı Meclis’e getirsin. Gelsin Öcalan ve eteğinde, kafasında ne varsa anlatsın, bu iş böyle çözülür.
Cumhuriyet tarihinde isyanlar tedip tenkit hareketlerinden bir süre sonra aflar çıkarılır. 1930’da Ağrı isyanı olur, 1933’te 10. yıl münasebetiyle bir af çıkar, 1925 Şeyh Sait’in isyanını 1927 affı izler. Bugün bu tür hazırlıkları da göremiyoruz.
Otokrasinin barış projesi böyle oluyor, otokratların ürettiği bir barış projesi sadece silahların susmasıymış, demokratikleşmeyi kapsamıyormuş. Ana muhalefet boğulurken, ana muhalefet gailesi olan bir iktidar varken bu işlerde doğru mesafe alınması da pek zor.
Değinmek istediğim bir konu da şu: PKK kadrolarının, liderlerinin hatırına binaen sessizlik içinde olduklarını düşünüyorum. Başından beri söylediğim gibi, Öcalan, İmralı figürü ile DEM Eş Başkanlarından oluşan yapının da değişmesi gerektiğini düşünüyorum. İkili, üçlü karar yapısının DEM’e zarar verdiğini gerilettiğini de düşünüyorum, DEM üzerinde kurulan ittifakı önemli ölçüde olumsuz etkilediğini düşünüyorum.
Ö.M.: Ben de sözünü kestim ama Murat Sevinç’in bir yazısı yayınlandı Diken’de. Orada sizin de söylediklerinize benzer görüşler ileri sürüyor ve ‘CHP’ye haksızlık ediliyor’ diyor. “İmralı’ya temsilci göndermeme kararı aldı ve çok tanıdık bir dille yıllardır tekrar eden bir terminolojiyle eleştirilmeye başladı. CHP’ye haksızlık yapıldığını düşünüyorum, bir tercih yapıldığında tercih edilmeyenlerin sonuçlarını görmek ihtimal olmaktan çıkar. CHP’nin kararından pişmanlık duyup duymayacağını yaşayarak göreceğiz. Eğer bundan sonrasını iyi yönetirse pişmanlık bir yana, sürece çok daha anlamlı katkılar sunabileceği kanısındayım. Kendisi siyaseti bakımından son derece tutarlı bir karar verdi CHP, yıllardır Meclis’i adres gösteren parti, konuyu yasal zemine, Meclis’e çekmekten vazgeçmiş değil” diyor sizin de biraz önce söylediğinize benzer şeyler söylüyor. “Tepkiler son derece duygusal ve agresif, DEM’lilerin her müzakere çabasında iktidarla ittifak arzusu tespit edenlerle CHP’nin bu kararı ulusalcılığı barış karşıtlığı ya da Kemalist refleksle etiketleme yarışına girenler de aynı zihniyetin temsilcisi. Biraz insaf vallahi beyler bayanlar, CHP’nin kuşkusuz hataları oldu fakat bugüne dek ne Kürt siyasetçi ve seçmeni ‘itlaf edilmesi gereken haşarat’ ifadesiyle tanımlamaya yeltendi, ne de barış imzacısı meslektaşlarımın odalarının kapısına çarpı atanlar CHP’liydi. Herkes hafızasını yitirmedi, evet biraz insaf! Ezcümle bugünkü kararı nedeniyle CHP’ye yöneltilen eleştirileri haksız ve ölçüsüz buluyorum, bundan sonra ne yapacağına bakmak gerek. CHP’nin ve kuşkusuz diğer partilerin kararı tarihi hata olarak tanımlayanların ise adı üzerinde tarihe biraz şans vermesini, falcılığa heves etmemesini öneririm” diye de ekliyor Murat Sevinç.
A.B.: 57. hükümet MHP, DSP, ANAP’tan oluşan bir hükümetti. O dönemde biliyorsunuz, Öcalan geldi ve yargılandı. İdamı istendi ancak idam karaları uygulanmıyordu, idam kaldırılmamıştı. 2011’de Erdoğan’a soruyorlar, diyorlar ki “Siz o hükümette olsaydınız Öcalan’ın idamını nasıl değerlendirirdiniz?” Erdoğan, “Biz asardık” diyor. 9 Haziran 2011 tarihinde bu sözleri söylemiş. “Eğer ortaklarımız ısrar ederse de hükümeti de bozardık” diyor. Şimdi biz buralardan geliyoruz. Biz, medya ve kamuoyu olarak ‘örtük çözümler değil, şeffaf çözümler’ görmek istiyoruz. Son sözü de böyle söylemiş olayım.
Ö.M.: Peki, çok teşekkür ederiz Ali Bey, bunları konuşmaya elbette devam edeceğiz.
A.B.: Hoşçakalın!
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.


