"Kıyısız deniz olur mu?"

-
Aa
+
a
a
a

Açık Dergi’de İlksen Mavituna, “Kâğıttan Kaplan” adlı çalışmasıyla 10. Antalya Öykü Günleri’nde ‘En İyi İlk Öykü Kitabı’ ödülüne değer görülen; yıllardır Bu Köşe Kitap Köşesi’nde edebiyat dünyasının nabzını tutan, Dünyanın Cazı’ndan da sesini bildiğimiz Ceyhan Usanmaz ile yazma–yazamama temasını merkeze alan cesur edebiyat anlayışını, ödülün onda uyandırdığı duyguları ve deniz metaforunun yazınındaki yerini konuşuyor.

""
Kağıttan Kaplan nedir? Kıyısız deniz olur mu?: Ceyhan Usanmaz'la söyleşi
 

Kağıttan Kaplan nedir? Kıyısız deniz olur mu?: Ceyhan Usanmaz'la söyleşi

podcast servisi: iTunes / RSS

İlksen Mavituna: Bugün 26 Kasım 2025 ve Ceyhan Usanmaz'la birlikteyiz. Çeşitli vesilelerle Ceyhan'la mikrofon paylaştık bugüne kadar ve yıl sonuna doğru edebiyat olaylarını değerlendirdiğimiz bir geleneğimiz de vardı. Zaten Bu Köşe Kitap Köşesi’nde hemen hemen her Cuma Ceyhan’ın sesini duyuyorsunuz ve aynı şekilde Dünyanın Cazı’nda da ama bugün bu buluşmaya vesile olan ve benim de epey heyecanlı olduğum bir başka olay var. Evet, bir ödül söz konusu. Ceyhan'ın Kâğıttan Kaplan isimli çalışması, 10. Antalya Öykü Günleri’nde ‘En İyi İlk Öykü Kitabı’ ödülünü aldı. Yeni bir haber bu ve bunu kutlayalım diye aslında buradayız. Ceyhan, merhaba.

Ceyhan Usanmaz: Merhabalar, teşekkür ederim.

İ.M.: Tebrik ederim ben de en başta.

C.U.: Sağol.



İ.M.: Yani valla şimdi nasıl hissettiriyor diye soracağım çünkü sen çok uzun yıllardan beri Bu Köşe Kitap Köşesi’nde ödülleri takip edersin. Ödül listelerini takipten başlar bu ve kazananlara gider, yeni yayınlanmış kitapları konuşursun. Böyle hariçten konuşmak daha kolay galiba ama bu sefer seni biraz zorlayacağını düşündüğüm bir perspektifteyiz. Nasıl hissediyorsun kendini?

C.U.: Evet, haklısın. Ben şimdi düşününce bunu şuna benzetiyorum; hep kamera arkasındaydım ve şimdi bir kamera önüne ya da mikrofon arkasındaydım gibi karşı mikrofona geçmiş gibi oldum. Ama tabii ki bu beklediğim de bir şeydi, bilerek isteyerek girdiğim bir yol oldu bu.

Yaklaşık 25. yıla yaklaşıyorum kitap sektöründe çalıştığım süreçte. Hep editör ya da ona benzer rollerde yer aldım. Dergi yayın evlerinde çalıştım birçok farklı yayınevinde. Kitap yazma fikri aklımın bir köşesinde tabii ki her zaman için vardı ama bu işlere girince hep bir şekilde böyle bir geri planda kaldı, bir türlü fırsat yaratamadım ya da aslında insan fırsat yaratabilir tabii istediği zaman ama belki de kaçındım bir süre. Hatta bir arkadaşım da şöyle söylemişti ki o da yıllardır bir şey yazmak isteyip cesaret edemeyen tırnak içerisinde ‘ilklerden’ biri; ‘Yazar olmak için fazlaca editörüm’ gibi bir şey söylemişti. Biraz ona da takıldım ben ama sonra beni tetikleyen şey şu oldu; yakın bir zamanda bir kızım oldu ve ona daha somut bir şey bırakma adına böyle bir işe girişmem gerektiğini düşündüm. Açıkçası beni harekete geçiren buydu.

İ.M.: Biz kaç yıldır aynı çatı altında yayın yapıyoruz? Saymadım.

C.U.: 20 küsür.

İ.M.: Evet, 20 küsür. Bu söylediğini hissetmiştim diyeceğim çünkü çok konuşuruz, çok değerlendiririz, birbirimize ilişkin hissiyatımız da artık çok yakındır. Ben de kitabı tabii ilk karşılaştığımdaki - neredeyse bir yıl oldu ğıttan Kaplan yayınlanması - ilk tepki tabii ‘Sonunda yapmış’ gibi geçti içimden ama niye yapmış diye düşününce de ‘Ne olmuş olabilir?’ diye sordum. ‘Çocuğu oldu Ceyhan'ın, herhalde onunla ilgili’ dedim yani böyle bir üretkenlik, doğurganlık meselesi ama sen, bir miras meselesinden bahsetmiş oldun, ona bir şey bırakmak dedin ve bu çok önemli bir şey bence, bunu burada konuşmuş olmaktan çok mutluyum. Tam da böyle bir şey, aslında bu üretme hallerine ilişkin de bir çalışma ğıttan Kaplan. Zaten 10. Antalya Öykü Ödülleri'nin ödül gerekçesinde de buna değiniliyor: Yazma-yazamama temasını merkezine alarak kurmacanın sınırlarını sorgulayan cesur ve içsel bir edebiyat anlayışı tespit ettiği için kurul En İyi İlk Öykü Ödülü’ne layık görülmüş Kâğıttan Kaplan. Tam da bu mesele yani tek bir şekilde açıklamak çok zor bunu niye ürettiğini ama zaten baştan epigrafa da koymuşsun. Orada da çok güzel bir işaret var; ‘Fakat artık üretmek, ümit yetmiyor bana. Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum’ diyen Nazım Hikmet Ran'la açıyorsun Kâğıttan Kaplanı.

Valla heyecanlım. Biz geçen bir yılı biraz hengameli geçirdiğimiz için bir fırsat yaratıp da konuşamamıştık ama şimdi Antalya Öykü Günleri vesilesiyle de buna fırsat bulmuş oluyoruz. Şöyle, yazma yazamama mateması, evet, çok baskın - özellikle ilk dört öyküde çok baskın. Beşinci öykü de bir kırılma var tabii ki ve hem de bir radyo hikayesiyle bir kırılma var, bunu da konuşacağız ama bir başka şeye temas etmek istiyorum ben ve o da bu toplamanın başlığıyla alakalı; Kâğıttan Kaplan nedir diye bakınca, zamanında Türkiye'de talihsiz bir kullanımı olmuş bu kelimenin yani bir siyasi polemiğin de parçası olmuş vs. ama haydi onu atlayalım, hiç değinmeyelim oraya ama Kâğıttan Kaplan sanki fazladan bir tevazu mu içeriyor? Yani ‘Ben bunu yazdım ama kâğıttan kaplan işte sonuçta’ mı demeye çalışıyorsun, ne demeye çalışıyorsun?

C.U.: Evet, tam da onu söylüyorum aslında. Bu benim kafamda uzun zamandır yazmayı bekleyen bir kenara not aldığım bir kitap değil; o tip projeler hala proje aşamasında, o ayrı. Bunca yılın ardından bir kitap çıkarınca dedim ki bu birazcık yaptırmak içerisinde sıra dışı bir şey olmalı ve aslında buna karar verip, bunu hayata geçirme çok kısa sürdü. Tabii bu tip meseleleri ben kafamda hep kurcalıyordum. Senin alıntıladığın epigraf da benim yıllardır aslında şöyle kullandığım bir cümleydi; kalem kağıt denerken genelde hep onu yazardım ben ama bir şekilde içime işlemiş herhalde ki onun üzerinden hep gidiyordu. Dolayısıyla evet bu, Kâğıttan Kaplan kitabı için şimdi şöyle diyemeyeceğim tabii yani ödül almasaydı daha çok sevinirdim diyemeyeceğim ama bu kitabın kendisinin aslında ‘kâğıttan kaplan’ olduğunu gösteren bir durumda olmasını da isterdim ki bunun işaretleri de var kitapta. Birazcık o ödül gerekçesinde dedikleri gibi, kurmacanın sınırlarını zorlayan, kendisiyle de birazcık dalga geçen, kendisini eleştirmeye çalışan yönün nedeni de bu. ‘Bunca yıl sonra yapabildiğim şey buydu’ gibi bir kitap çıkarttım.

Bu arada özellikle 60 küsur sayfada bitmesi gereken bir kitaptı ama onun nedenini şimdi açıklamayayım. Yani küçük, ince bir kitap olmasını istedim çünkü insanlar gördükleri zaman küçük bir kitap gibi algılasınlar da istedim. Dolayısıyla dediğin şey doğru; biraz tevazu değil ama birazcık da kendi kendiyle dalga geçen bir durumu var kitabın.

İ.M.: Evet.

C.U.: Ama daha çok benimle dalga geçiyor tabii.

İ.M.: Yani yazarla dalga geçiyor, yazar pozisyonuyla dalga geçen bir şey.

C:U.: Yazarla ve edebiyatla aslında ama daha çok da kendisiyle.

İ.M.: Evet, çok da normal ve doğal gibi geliyor yıllardır bu edebiyatın sektörel boyutlarıyla haşır neşir olmuş, ceremesini çekmiş birisinden bu jesti görmek. Çok doğal ve çok da samimi.

Öte yandan ben şunu merak ediyorum; kapanışında yani bu derlemenin son öyküsünde - ismini tekrar bulmaya çalışıyorum - ‘Son Nokta’ öyküsünde hep bir arada kalma hali var. Hayaletimsi yapı yani doğrudan somutlaştıran bir figür de karşımıza çıkıyor anlatı boyunca ama on öykü içerisinde yazarın romanı yayınladıktan sonra ki bu da ilginç, oradaki tema deniz temasına, ev temasına da bir gelmek istiyorum ama şöyle diyor yazar ilk romanını bitirdikten sonra, ‘Sonsuzluğa atılmış bir adım gibi görünen bu başarım, aslında yıllardır sabırla inşa ettiğim bir kimliğin son adımı oldu.’ Bu özel tabi ki ikinci cümle ama şöyle de diyorsun, ‘Sonra sanki bir duvara tosladık roman yayınladıktan sonra ve her yer karardı. Ne olacak şimdi?’ Şimdi bu anlatıyı yapıyorum çünkü ben ödülü ilk duyduğumda şöyle bir şey parladı zihnimde; ‘En İyi İlk Öykü Kitabı’ olarak ödüllendirildi bu kitap ve acaba bu Ceyhan'da nasıl bir baskı oluşturur? Devamını da bekliyoruz gibi bir vaadi de var çünkü. Bu ilk olma, ilk ve son meselelerine dair neler geçiyor aklımdan?

C.U.: O öyküden daha önceki öykülerde de hep yazamama üzerine bir tema var yani genel olarak atmosfer öyle. Bu son öykü ise ‘yazdı da ne oldu’ gibi bir sonuçla bitiyor. Aslında yazmayı, daha doğrusu bitirmeyi istemediği bir roman çünkü bitirememekten dolayı kendi isim yapıyor, ünleniyor, öyle bir karakter.

Evet, bu ilk roman ödülünü aslında bu açıdan düşünmemiştim. Genellikle ilk roman ödülleri ya da ilk öykü ödülleri daha genç yazarlara, edebiyatımıza yeni isimler kazandırmak adına onları desteklemek adına verilir ve o anlamda genç biri değilim ama tabii belki geç açılanlardan biri olarak nitelendirilebilirim. Açıkçası ödülün gerçekten bir tetikleyici tarafı da oldu. Yayınevinin ya da benim özellikle başvurduğum bir ödül de değil; yayınlanan kitaplardan jürinin seçtiği ve karar verdiği bir ödül. Haberim yoktu sonuçlanana kadar ve böyle olması da beni bir anlamda etkiledi. Diğer yandan Antalya olması da etkiledi; benim ilk üniversite öğrenciliğimi geçirdiğim yer Antalya. Dolayısıyla onu bir işaret olarak almak istiyorum ama bu gerçekten bir devamlılığa dönüşür mü? Ondan şu an için emin değilim ama bir işaret olarak, evrenden bir işaret olarak algılamak istiyorum bunu.

İ.M.: Evet, ben de tutuyorum kafamda. Buradan da konuşmazsak sonradan çok pişman olacağım; son temaya geçiyorum. Sonrasında eklemek istediğin özel bir şey olursa eklersin ve kaparız yayını. Evet, burada bir işaret gibi bir şey var önümüzde bu ödülle birlikte ve iyi de geldi dedin ama sonrası ne olacak bakalım. Buradakine benzer bir sahiciliği yakalamak için nasıl bir çalışma gerekiyor? Vallahi kolay gelsin, onu da hayal edemiyorum. Ama bir yandan da evet, önümüzde açılan yani ilk öykü, ilk romandan sonra açılan sonsuzluklar denizi var bir yazarın karşısında. Aynı şekilde okurda da böyle bir beklenti oluyor şimdi ne olacak gibisinden. Pek çok tema vardır ki ben de daha dikkatli okusam belki başka şeyler de bulurum ama bir ‘kıyısız deniz’ alıntısı var ki bir söyleşinde de bahsetmişsin yıllardır üzerinde çok düşünürüm diye. Edebiyatı biraz buna benzettiğini de anlıyorum ben aslında. Yazmanın kendisi de ki o özgürlük hissi, özlenen o özgürlük hissi de belki kendini orada somutluyor o kıyısız deniz galiba değil mi? Bir Mevlâna imgesi değil mi?

C.U.: Evet.

İ.M.: Evet, yanlış bilmiyorum. Bir de bu son öyküde karakterin bir deniz kıyısında, denizi görmeyen tek bir evde büyümüş olması gibi bir başka râbıtaya da denk gelince bu deniz metaforu üzerine biraz konuşalım istiyorum. Senin denizle ilişkin nasıl oldu? 2Antalya'da olmak iyi gelir geldi bana’ dedin üniversite günlerinden dolayı. Bir yandan o ilk öyküde de o vapur sahnesinde - çok da sürprizini bozmak istemiyorum ama - o fırtına hali, şehri aslında bütün o meteorolojik gerçeğiyle, doğal gerçekliğiyle, kaosuyla çok çok iyi anlatmışsın. Orada öyle bir denizin üstümüze gelen hali var ve sonra da, en sonunda deniz görmeyen ev tekrar karşımıza çıkıyor. Meşhur şu kıyısız, şu denizin edebiyat ile olan ilişkisi konusu, bu tema bilmiyorum ama belki ilerleyen zamanlarda da başka türlü çıkar karşımıza. Neler söylemek istersin?

C.U.: Haklısın. Ben deniz kenarında, deniz kenarı kasabasında, bir sahil kasabasında büyümüş biriyim ve onun bir etkisi var ama diğer yandan deniz hem olumlu, hem olumsuz taraflarıyla her zaman kafamı kurcalamış bir tema aslında ya da bir kavram. Kıyısız Deniz de aslında Ezginin Günlüğü’nün bir parçasında da geçer ve ben ilk oradan duydum, ondan sonra onun peşine düştüm. Mevlâna’dan da yola çıktığını bir şekilde anladığım bir süreç de oldu. Orada deniz hep sonsuzlukla, ferahlıkla anılır, güzel günlerin habercisidir. Tabii ki şimdi şunları da bir kenara bırakıyorum yani denizcilerin yaşadıkları, balıkçıların yaşadıklarıyla aslında denizin çok korkutucu bir tarafı da var ama kıyısız deniz hür bir deniz aslında, daha hür bir deniz. Bu kavramın üzerinde çokça düşünüyorum ve bu da biraz tabii ki üretmeye çalıştığım şeylere de yansıyor belli ki. Evet, Antalya öyleydi ve herhalde deniz kenarı olmayan bir yerde yaşamak bana çok mümkün görünmüyor ya da en azından yılın belli bir zamanında belki oralarda olmalıyım diye düşünüyorum her zaman için. Bu anlamda haklısın, denizin etkisi büyük. Düşüncelerimde ve belki yazdıklarımda ki çok fazla yazdığım da söylenemez ama herhalde bunun başka yüzlerini de görürüz eğer dediğin gibi yazmaya devam edebilirsek.

İ.M.: Bir yerde sen de soruyorsun bu arada, ‘Kıyısız deniz diye bir şey olur mu?’ diye. O da bir muamma tabii ki.

C.U.: Evet.

İ.M.: Deniz, kıyısı olmadan düşünülebilir mi? Bu düşünceyi çok tetikleyen bir şey ve buna bağlı olarak da aklıma şu geldi; editörlük çalışması nasıl oldu kitabın? Kıyısı köşesi nasıl budandı? Ters tarafa geçtin çünkü.

C.U.: Evet, çok insafsız olmadılar, sağolsunlar. Tabii ki bir editör yani daha doğrusu önce ben değerlendirilmesi için gönderdim. Yayınlanır, yayınlanmaz mı? Sonra yayınlanır diye karar verdikten sonra da bir başka editör okudu kitabı. Çok büyük değişiklikler olmadığı için çok dokunmadık yapmadık, böyle bir çekişme yanımız olmadı. En azından benden daha insaflı davrandılar. Ben biraz daha insafsız davranabiliyorum bazı kitaplara karşı ama herhalde çok müdahale etselerdi de çok laf edemezdim, şimdiye kadar yaptıklarımın bir cezası olarak görebilirdim.

İ.M.: Ceyhan, çok teşekkür ediyorum.

C.U.: Ben teşekkür ederim.

İ.M.: Mutlu oldum buluşabildiğimiz için, bir vesile yaratmış olduk. Ödülü bahane ederek Kâğıttan Kaplan’ıkonuştuk. Umarım üzerine düşünme hali, yazmak ve edebiyat türlü şekillerde sürer. Biz seni Cuma günü Bu Köşe Kitap Köşesi'nde yeniden buraya bekliyoruz ve bu sefer diğer taraftan edebiyat haberlerini aktaracaksın. Andık. Bu arada haydı Ezginin Günlüğü’nden “Kıyısız Deniz”i dinleyelim çünkü orada da güzel bir poetika var, iyi gelir dinleyicilere diye düşünüyorum. Var mı son eklemek istediğin bir şey?

C.U.: Yok, teşekkür ederim. Cuma günü görüşmek üzere.

İ.M.: Görüşürüz.