Hüsnükabul Kayıt Arşivi
Podcast kanalları ve üyeliği hakkında daha detaylı bilgi almak için tıklayın.
Geçen haftaki yayında bir duyuru yapmıştım. Bu duyuru Hannah Arendt'in Ocak 1943 tarihli “Biz Mülteciler” (We Refugees) başlıklı denemesi hakkındaydı ve bu denemeyi bu hafta hep birlikte dinleyeceğiz.
Deneme, mülteci sorununa önemli bir ölçüde ışık tutuyor. Çoğu zaman, dünyanın durumuna tanık olduğumuzda kendimizi 'karanlık' bir yerde buluruz ve dışarıdan birinin ışık tutmasına ihtiyacımız vardır. Bu noktada, Hannah Arendt'in biraz ışık tuttuğunu görüyorum.
Bu deneme, “biz” mülteciler ile başlıyor ve size hitap ediyor. Sizden sessiz kalmanızı ve sadece dinlemenizi istiyor. Bu bir konuşma değil. Yine de bu deneme, bir konuşma girişimini içeriyor. Kim bilir, belki de bu denemeyi dinledikten sonra, bu yeryüzündeki ötekilere (başkalara) karşı daha duyarlı olabiliriz.

Hannah Arendt: "Biz Mülteciler"
Gaza Biennale İstanbul’da 'Elimde bir bulut var' başlığı altında başlıyor. Uluslararası sanatçılar dayanışma içinde bu bienali desteklemek için eserler bağışlıyorlar. Birlikte, sanat, şiir ve seslerini yerinde ve çevrimiçi olarak paylaşacaklar. Sergi ile birlikte canlı bir performans açılacak. Serginin yeri ve zaman: Depo İstanbul, 19 Eylül akşam 17:00’de açılıyor ve 8 Kasım’a kadar devam ediyor.
Kilis’in Ketenciler Mahallesi’nde kaybolan 2 yaşındaki Suriyeli Arıc Aljaroukh’un cansız bedeninin evlerinin yakınındaki su kuyusunda bulunması büyük üzüntüye yol açtı. Kilis Valiliği, olayın Cumhuriyet Başsavcılığı koordinesinde titizlikle soruşturulduğunu açıkladı ve tüm kentin bu acı hadiseden derinden etkilendiğini vurguladı. Küçük kızın ölümü, geçtiğimiz yıl aynı kentte yaşanan Gina Mercimek cinayetini hatırlatarak güvenlik, mülteci çocukların korunması ve yaşam koşulları konularını yeniden gündeme taşıdı. Valilik ayrıca aileye başsağlığı dilerken, kayıp ihbarı sonrası arama çalışmalarına destek veren vatandaşlara teşekkür etti.
Türkiye’de Suriyelilerin demografik durumu da tartışılmaya devam ediyor. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın açıkladığı verilere göre, 2021’de 3,7 milyon ile zirve yapan geçici koruma altındaki Suriyeli sayısı, 2025 Mayıs itibarıyla 2,7 milyona geriledi. Bugüne kadar 1,1 milyondan fazla Suriyeli ülkelerine gönüllü olarak dönerken, İstanbul 437 bin kişiyle en fazla Suriyelinin yaşadığı şehir oldu. Geri dönüşler hükümet tarafından “gönüllü, güvenli ve onurlu” bir süreç olarak tanımlansa da, insan hakları örgütleri kimi durumlarda hak ihlalleri yaşandığını iddia ediyor.
Öte yandan Pakistan’ın doğusundaki Pencap eyaleti, tarihinin en büyük sel felaketiyle karşı karşıya. Muson yağmurlarının yanı sıra Hindistan’dan gelen taşkın suları nedeniyle nehirler rekor seviyelere ulaştı ve 2 milyon kişi selden etkilendi. Binlerce kişi tahliye edilerek okul ve kamu binalarında kurulan geçici kamplara yerleştirilirken, tarım arazilerinin büyük bölümü sular altında kaldı. Yetkililer, bu durumun hem gıda güvenliği hem de barınma koşulları açısından ciddi bir kriz yaratabileceğini belirtiyor. İklim değişikliğinin etkileriyle şiddeti artan muson yağmurlarının, Güney Asya’daki milyonlarca insan için giderek daha yıkıcı sonuçlar doğurduğu uyarısı yapılıyor.

“Elimde bir bulut var”: Yeniden birlikteyiz
Geçtiğimiz hafta Mısır doğumlu Mohamed Alhafiz'ın Türkiye'den Mısır'a sınır dışı (iade) etmesiyle ilgili bahsetmiştim.
Mohamed Alhafiz, evli ve dört çocuk babası, sekiz yıldır Türkiye’de yaşamaktaydı. Mısır'dan darbe sonrası katliamlardan, işkenceden ve yargısız infazlardan kaçarak Türkiye’ye sığınmıştı. Gülden Sönmez'in 24 Temmuz'daki acil üzücü bir çağrısıyla haberdar olduk: 'Mohamed Alhafiz Türkiye'den gönderildi'. Kendisini Mısır’a teslim edecek ikinci bir ülkeye gönderilmesi halinde işkence altında öldürüleceği ya da idam edileceğine dair şüphe yoktu. Buna rağmen Mohamed Alhafiz geri gönderildi.
Gülden Sönmez, aynı zamanda Türkmenistanlı 'ABDYLLA ORUSOV ve ALISHER SAHATOV NEREDE' diye soru soruyor, 'Nisan ayında Sinop’ta keyfi olarak tutularak Geri Gönderme Merkezi’ne götürülmüşler ve haklarında sınır dışı etme kararı verilmişti. Anayasa Mahkemesi her ikisi hakkında da tedbir kararı vermiş ve Sınır Dışı Edilemeyecek kişiler arasında olduklarına hükmetmişti. Edirne Geri Gönderme Merkezi'nde tutulan Türkmenistanlıların, 24 Temmuz'da 'serbest bırakıldıkları' ve Sinop'a gitmelerine izin verildiği yönünde karar verildiğine dair beyanlarla bırakıldıkları belirtilmektedir. Buna rağmen o tarihten bu yana kendilerinden bir daha haber alınamamıştır. Bu durum, Abdylla Orusov ile Alisher Sahatov'un Türkmenistan'a sınır dışı edilmiş olabileceği yönünde güçlü şüpheler uyandırmaktadır. Türkmenistan, işkence, zorla kaybetmeler ve siyasi mahkumların zorla kaybettirilmesi ve öldürülmesiyle tanınan bir ülkedir. Türkiye’den daha önce sınır dışı edilen Türkmenler hakkında maalesef bir daha hiç kimse haber alamamıştır. 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kapsamında geri gönderilemeyecek yabancılardan olan iki Türkmen aktivist, Türkmenistan’a yahut buraya gönderilecekleri herhangi bir ülkeye sınır dışı edildiler ise hayatları ciddi risk altında olacaktır. İşkence ve hatta ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklardır,' diyor.
Gülden Sönmez'i tüm bu olanları konuşmak için davet ettim ve kendisiyle olan biten her şey hakkında kapsamlı bir konuşma gerçekleştiriyoruz.

Bir Daha Dönmemek Üzere Gidenler
Mısır doğumlu ve muhalif Mohamed Abdelhafız’ın Türkiye'den sınır dışı edilmesi, insan hakları açısından düşündürücü bir başka örnek. Gülden Sönmez ve MAZLUMDER’in yaptığı çağrılara rağmen, yıllardır Türkiye’de yaşayan ve ülkesinde idamla karşı karşıya olan bir insanın gönderilmesi, vicdanlara ağır bir yük bıraktı. Sığınmacılar hukuki güvence altındayken, neden bilinmeze – belki de ölüme – gönderiliyorlar? Göç politikaları güçle şekillenirken, insan haklarının sesi kısılmamalı. Aksi halde hukuk, sadece güçlü olanın kalkanı haline gelir.
Almanya’da ise Temmuz ayında gerçekleştirdiği yeni sınır dışı operasyonuyla 81 Afgan erkeği ülkelerine gönderdi. Suç geçmişleri ve mahkeme kararları gerekçe gösterilse de Taliban yönetimi altındaki Afganistan’a zorla geri gönderilen bu insanların nasıl bir kaderle karşılaşacakları belirsiz. Üstelik bu, Almanya'nın bu yöndeki ikinci hamlesi. BM’nin açık uyarısına rağmen sınırdışıların sürmesi, göçmen politikalarında hukuki kaygılardan çok siyasi hedeflerin öne çıktığını gösteriyor. Merz hükümetinin sertleşen söylemleri, sınır kontrollerinin sıkılaştırılması ve aile birleşiminin askıya alınması gibi uygulamalarla göçmenlere yönelik baskının daha da artacağını işaret ediyor. Bununla birlikte, Almanya'nın ev sahipliğinde düzenlenen Göç Zirvesi, Avrupa genelinde iltica süreçlerinin üçüncü ülkelere taşınması ve göç politikalarının sertleştirilmesi yönünde önemli adımlar içeriyor.

Bir Uçakla Sürgün, Bin Soru: İnsan Hakları Sınır Tanımıyor mu?
Phoebe Walton ile gerçekleştirdiğimiz kapsamlı röportaja yer veriyoruz. Walton, Berlin'de doğdu. Cambridge Üniversitesi'nde mekansal çalışmalardan alanında eğitimini tamamladı ve şu an Forensic Architecture'de çalışıyor.
Phoebe Walton ile bu röportajda ilk olarak bizim daha önce sizlerle de paylaştığımız “Kale Avrupası”nın kısıtlayıcı politikaları nedeniyle 66 bin 519 mülteci ve göçmenin öldüğünü belgeleyen son liste" raporu üzerine konuşuyoruz.
Ardından Phoebe Walton, Avrupa sınır politikalarının göçmen ve mültecilere yönelik yapısal şiddeti nasıl sistematikleştirdiğini ve bu sürecin Libya gibi ülkelerde nasıl derin insani krizlere yol açtığını anlatıyor. Özellikle "geri itme" ve "geri çekme" uygulamalarının, Avrupa’nın hukuki ve ahlaki sorumluluğunu başka ülkelere devretme stratejisiyle hayata geçirildiğini vurgulayan Walton, bu pratiklerin bir yandan Avrupa kamuoyundan gizlendiğini, öte yandan mülteciler üzerinden yaratılan korku söylemleriyle meşrulaştırıldığını belirtiyor. Libya’daki gözaltı merkezlerinde yaşanan insanlık dışı koşulların, AB tarafından desteklenen bir sınır altyapısının parçası olarak görülmesi gerektiğini ve bu merkezlerde mültecilerin hem yerel milisler hem de Avrupa destekli yapılar tarafından çok yönlü istismara uğradığını ortaya koyuyor.
Phoebe Walton ayrıca, Forensis'te yürüttükleri saha araştırmaları aracılığıyla, mültecilerin tanıklıklarını dijital araçlarla belgelediklerini ve bu anlatıları somut, hukuki delillere dönüştürdüklerini ifade ediyor. Libya’daki gözaltı merkezlerinden sağ kurtulan Martin ve Stefan gibi kişilerin tanıklıkları üzerinden sistemin nasıl işlediği gözler önüne seriliyor. Tüm bu süreçlerin, Avrupa'nın kendi sınırlarını dışsallaştırarak görünmezleştirmeye çalıştığı sistematik bir baskı biçimi olduğunu belirtiyor ve kamuoyunun, bu gizli kalan alanlara dair farkındalığını artırmanın aciliyetine dikkat çekiyor.

Avrupa’nın Dışsallaştırılmış Sınırları: Libya gözaltı merkezlerinde insanlıktan çıkışın anatomisi
Zebo Kadirova’nın hiçbir somut gerekçe olmaksızın geri gönderme merkezinde tutulması, Türkiye’deki göç politikalarının geldiği noktayı gözler önüne seriyor. Aylarca imza yükümlülüğüne tabi tutulan ve ardından ani bir şekilde alıkonulan Kadirova’nın dört çocuğu annelerinin geri dönmesini beklerken, ailesi ise yetkililere çağrıda bulunuyor. Göç İdaresi’nin İslam coğrafyasından gelen göçmenlere yönelik ayrımcı ve baskıcı uygulamaları, insan hakları savunucuları tarafından kaygıyla izleniyor.
Birleşmiş Milletler diğer yandan insani yardım fonlarındaki kesintilerin dünya genelinde göçü tetiklediği uyarısında bulunuyor. Bu krizin yapısal sebeplerine dikkat çekiliyor. Tarımın şirketleşmesi, doğal kaynakların sömürülmesi gibi nedenlerle insanlar yurtlarını terk etmek zorunda kalıyor. Göçmenler ise sıklıkla medyada tehdit olarak sunuluyor; oysa yaşanan göçler çoğunlukla hayatta kalma mücadelesinin sonucu. Göçün bireysel tercihlere indirgenmesi, adaletsizliğin üzerini örtüyor.
ABD'de ICE'in Latin kökenli insanlara yönelik ayrımcı ve sert müdahaleleri, yargı tarafından anayasaya aykırı bulunurken, Kaliforniya’da yapılan baskınlarda bir göçmenin ölmesi durumun vahametini artırıyor. Öte yandan Yunanistan’da artan göçmen akını karşısında iltica başvuruları askıya alınırken, Libya ile iş birliği girişimleri de başarısızlıkla sonuçlanıyor. ABD’de ise Trump yönetiminin “Alligator Alcatraz” gibi gözaltı merkezlerinde göçmenleri insanlık dışı koşullarda tutması, uluslararası kamuoyunun tepkisini çekiyor. Göçmen krizine yönelik baskıcı uygulamalar, küresel adaletin sorgulanmasına neden oluyor.

İltica hakkı askıya alınıyor: ABD ve AB’de Sertleşen Politikalar, Hak İhlalleri ve İnsanlık Dışı Koşullar
Aynı havayı soluyoruz şiarıyla buradayız. Orman yangınları tüm dünyada ve Türkiye'de artıyor, görmezden gelmek mümkün değil. Bu hassas konuyu konuşmak istiyoruz çünkü burada bizimki kadar börtü böceklerin ve diğer canlıların hayatı söz konusu.
Bu özel programda zeytin ağaçlarını da aklımızda tutuyoruz; zeytin ağacının Filistin'de derin bir anlamı olduğunu hatırlarsınız, derin bir aidiyet içerir, derin bir hafıza içerir, binlerce senelik bir aidiyet ve hafıza. Bu zeytin ağaçlarının yerlerini değiştirdiğimizde - tehcir ettiğimizde - onları bu aidiyetten koparmış oluyoruz.
Zeytin ağaçlarının anlamını ve varlığını bu şekilde görmek mümkün. Filistinli şair Mahmud Derviş, “Zeytin ağacı kendisini diken elleri tanısaydı, yağı gözyaşı gibi akardı” der.
Programda hem orman yangınlarını, hem de zeytin ağaçlarının yerinin değiştirilmesinin - tehcir edilmesinin - doğru olmadığı gerçeğini aklımızda tutarak konuşuyoruz.
Börtü böceklerin, çam ağaçlarının, zeytin ağaçlarının hayatı bizim hayatımız, hepimizin hayatıdır, diyoruz.
Yayınımızda bize Arif Ali Çangı katılıyor.Çangı bir avukat ve Ege bölgesindeki tüm çevre sorunlarıyla ilgileniyor. Bize, çevrenin hem hukuki sürecini, hem de çevrenin varlığının hayatımızda ne anlama geldiğini anlatıyor.

Aynı havayı soluyoruz
Yayınımızda Ukranyalı-Amerikalı şair Oksana Maksymchuk ile yaptığımız söyleşiyi dinleyeceksiniz.
Röportaj esnasında pek çok şey hakkında konuştuk. İlk olarak kendi hikayesiyle başladık - Ukrayna'dan göçü, sonra Ukrayna ve Rusya arasındaki savaş hakkında konuştuk. Burada travma hakkında nasıl konuşabileceğimizi konuştuk. Travmayı bir anlatıya dönüştürmenin imkansızlığından bahsetti ve benim için en çarpıcı yer burasıydı. "Travma doğrudan değil, etrafından dolanarak konuşulur" dedi. Maksymchuk'un savaş, yerinden edilme, travma ve şiir arasındaki ilişkiler üzerine düşüncelerine odaklanan bu programda, Maksymchuk'un ilk İngilizce şiir derlemesi Still City'nin arka planı ve yaratım süreci de ele alınıyor.

Ukrayna ile Rusya Savaşı: Yerinden Edilme, Travma ve Şiirsel Tanıklık
Londra'dan bir konuğumuz programa katılıyor: Hosein Sadri. Sadri, İranlı Azerbaycan kökenli bir akademisyen ve aktivist. Halen Coventry Üniversitesi'nde Mimarlık yüksek lisans bölümünde olarak çalışmakta.
Donald Trump ateşkes yasağı ilan etti. Kendine de barış mesiha olarak duyurdu. Democracy Now! manşetinde, eski bir İsrailli barış müzakerecisi olan Daniel Levy, ABD'nin İran'a yönelik saldırısı için “Netanyahu'nun amacı Trump'ı işin içine çekmekti” diyor. ABD, hafta sonu Fordow, Natanz ve İsfahan'daki üç nükleer tesisi bombalayarak İsrail ve İran arasındaki savaşa doğrudan katılmış oldu ancak saldırıların İran'ın nükleer programını ne kadar gerilettiği belirsiz. İsrail ve ABD İran'ı nükleer silah geliştirmekle suçlarken, İran programının sivil kullanım amaçlı olduğunu söylüyor. Birleşmiş Milletler denetçileri ve ABD istihbarat değerlendirmelerii İran'ın silah yapmadığını söylüyor. Levy, “Şu anki tehlike, ABD'yi bu işe bulaştıran İsrail'in tırmanma merdivenini daha da yukarıya çıkarmaya çalışmasıdır,” diyor. “Kaos istiyor.”
Biz Hosein Sadri ile birlikte bu meselenin boyutunu konuşuyoruz çünkü ateşkes hala uygulanmış değil.

İran'a Karşı 'Savaşı Dur' de!
Bir fotoğraf görüyorum. Bu siyah ekranda. Beyaz keten gömlek ve kot pantolon giymiş bir kişi görüyorum. Yüzünü çevirmiş diğer tarafa bakıyor. Yüz ifadesi yandan üzgün görünüyor. Bu hüznün nedeni arkasında biriken moloz yığını olabilir. Bu yıkılmış bir bina, belki de bir ev. Bu moloz yığınının önünde bir kişi bekliyor. Bu kişi Taha Elgazi. Kendi evinin önünde duruyor. Yıkılmış bir evin önünde duruyor ve şöyle diyor: “Yaklaşık 14 yıl aradan sonra dün memleketim ve evime Deyrizor’a geri döndüm. Bu şehir, diğer şehirlerle karşılaştırıldığında %80’lik yıkım oranıyla birinci sırada yer alıyor. Türkiye'den geri dönen Suriyelilerin çoğu bugün barınma krizi yaşıyor; evleri yıkılmış durumda, mahallelerin tamamı yeniden inşa edilmek için yıllara ihtiyaç duyuyor. Türkiye’den dönen birçok Suriyeli aileyle görüştüm. Bu aileler şu anda barınaksız ve bazıları gönüllü geri dönüş kararından pişmanlık duyduklarını ifade etti. Bu nedenle, Suriyelilere zorla geri dönüş politikası dayatılmamalıdır çünkü barınak veya ev olmadan geri dönmeleri, toplumsal krizlere yol açacaktır,” diyor.
Taha Elgazi için destek ve dayanışma çağrısı devam ediyor, unutmayalım, unutturmayalım.

Yıkılmış bir bina, belki de bir ev