"Umut hâlâ bizde, gençlerde, sesini yükseltenlerde"

-
Aa
+
a
a
a

İklim Kuşağı Konuşuyor’da Atlas Sarrafoğlu, Kenya’dan Alaska’ya uzanan hikâyelerle iklim değişikliğinin görünmeyen etkilerini ve insanın bu kriz karşısındaki direncini aktarıyor.

""
"Umut hâlâ bizde, gençlerde, sesini yükseltenlerde"
 

"Umut hâlâ bizde, gençlerde, sesini yükseltenlerde"

podcast servisi: iTunes / RSS

Merhaba sevgili Apaçık Radyo dinleyicileri, İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoşgeldiniz, ben Atlas Sarrafoğlu. Her hafta olduğu gibi, bugün de gezegenimizin nabzını birlikte tutacak, yeryüzünün farklı köşelerinden yükselen sesleri, değişen iklimin ardındaki insan hikâyelerini ve bilimin bize fısıldadığı uyarıları konuşacağız. Küresel krizlerin arasında kaybolmadan, umudu ve dayanışmayı hatırlamak için buradayız çünkü bu sadece bir çevre meselesi değil — bu, yaşamın geleceğiyle ilgili.

İklim değişikliğinin sağlık üzerindeki etkileri ise artık uzak bir gelecek tehdidi değil. Bazı bölgelerde, kriz çoktan insanların bedenlerine işlemiş durumda. Bunun en somut örneklerinden biri, Doğu Afrika’dan geliyor.

Amelia K. Bates / Grist

Doğu Afrika, her yıl dünya genelinde tahmin edilen 50 bin ila 90 bin kala-azar vakasının %70’inden fazlasını barındırıyor. Kala-azar hastalığı bir çeşit parazitin neden olduğu bir tropikal bölge hastalığı Etken köpek ve kemiricilerin paraziti olup insanlara Tatarcık sinekleriyle bulaşır. Kan transfüzyonuyla ve doğumsal olarak da bulaşabiliyor.

Kenya’da ise hastalık, iklim değişikliği nedeniyle giderek daha fazla bölgede endemik hâle geliyor. Yükselen sıcaklıklar ve düzensiz yağışlar — şiddetli kuraklıklarla ani sel felaketleri arasındaki keskin geçişler dahil — enfekte tatarcıkların üremesini hızlandırarak bölgedeki kala-azar yayılımını ciddi biçimde artırdı.

Kenya’da yaklaşık beş milyon kişi kala-azar riski altında yaşıyor. Ülke, hastalığı 2030 yılına kadar tamamen ortadan kaldırmayı hedefliyor. Ancak akademisyenler, doktorlar ve saha çalışanları bu hedefin fazlasıyla iyimser olduğunu söylüyor. Bunun başlıca nedeni, ABD Başkanı Donald Trump’ın Kenya gibi ülkelere yönelik uluslararası yardımların büyük kısmını tek taraflı olarak kesmesi ve birçok kala-azar vakasını yöneten, farkındalık çalışmaları yürüten sağlık çalışanlarını finanse eden USAID (ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı) programlarını kapatması. Aşırı hava olayları ve fon kesintileri bir araya gelince, Turkana bölgesi, hastalığın yaygınlaştığı tam da bu dönemde, mücadele için gereken kaynakların çoğunu kaybetmiş durumda.

Kala-azar, Kenya’da ilk kez 19. yüzyılın başlarında, dünyanın en büyük çöl gölü olan Turkana Gölü çevresinde ortaya çıkan bir salgınla kayıtlara geçti. O tarihten bu yana, hem Turkana’da hem de Kenya genelinde salgınlar arasındaki yıllar giderek kısaldı.

Geçen yılın sonlarından bu yana, Kenya’nın kuzeydoğusunda vaka sayısında ciddi bir artış yaşanıyor. Yaklaşık 1 milyon nüfusa sahip olan Turkana bölgesi, ülke çapında bir odak noktası hâline gelmiş durumda. Son beş yılda yıllık ortalama 200–300 vaka görülürken, 2025 yılı şimdiye kadarki en yüksek vaka sayısıyla kayıtlara geçti — şu ana kadar 520’den fazla vaka bildirildi. Eylül ayında Turkana bölge yönetimi, kala-azar acil durumu ilan etti ve hastalığı resmen kriz seviyesine yükselten Kenya’daki ilk bölgelerden biri oldu. Sağlık yetkilileri, vakaların ve ölümlerin gerçekte bildirilenlerden çok daha yüksek olduğunu belirtiyor.

Küresel iklim sistemi öyle bir noktaya geldi ki, bir bölgede yaşanan ısınma, binlerce kilometre ötedeki fırtınaları bile şekillendiriyor.Tıpkı geçtiğimiz ay Japonya’dan Alaska’ya kadar uzanan o yıkıcı tayfun gibi…

Alaska Department of Transportation and Public Facilities / AP

Ekim ayı başlarında Japonya’dan geçen Halong Tayfunu, bir hafta sonra Pasifik’i aşarak batı Alaska’yı vurdu. Bering Denizi yakınlarındaki Yukon–Kuskokwim Deltası boyunca yer alan yaklaşık 50 Alaska Yerlisi topluluk, saatte onlarca kilometreyi aşan kuvvetli rüzgârlar, rekor seviyede fırtına dalgaları ve yaygın sel baskınlarıyla karşı karşıya kaldı.

En az bir kişi hayatını kaybetti; aralarında çok sayıda çocuğun da bulunduğu yaklaşık 1.500 kişi, çoğu Yup’ik halkından, köylerinden tahliye edilmek zorunda kaldı. İlk tahminlere göre, fırtına kıyı köylerinden Kipnuk’taki evlerin yüzde 90’ını, Kwigillingok’taki evlerin ise yüzde 35’inikullanılamaz hâle getirdi. Ayrıca Kwigillingok’ta, sel sularıyla birlikte zehirli kimyasalların içme suyuna karıştığı bildirildi.

Kipnuk ve fırtınadan etkilenen diğer köyler, on yılı aşkın süredir iklim krizinin ön saflarında yer alıyor. Artan sıcaklıklar, donmuş toprak tabakasının (permafrost) erimesine neden olarak deltada toprak çökmeleri ve sürekli taşkınlar yaratıyor.

Alaska İklim Araştırma Merkezi’ne göre, Halong Tayfunu da iklim değişikliğinin etkileriyle uyumlu özellikler sergiledi. Yükselen sıcaklıklar, tropikal siklonların doğasını değiştirdi: daha yoğun yağışlara, kasırga benzeri rüzgârlara ve daha yüksek dalgalara yol açıyor. Örneğin Kipnuk’u vuran fırtına dalgası, 25 yıllık bir rekoru kırdı.

Halong Tayfunu’ndan etkilenen birçok Alaska Yerlisi köyü, aslında ABD hükümetinin sömürgeci yerleşim politikaları sonucu kıyı bölgelerine yerleştirilen topluluklar tarafından kurulmuştu. Bugün, bu köyler hem tarihsel adaletsizliklerin hem de iklim krizinin fiziksel sonuçlarının tam ortasında kalmış durumda.

Bütün bu yaşananlar, önümüzdeki haftalarda Brezilya’da toplanacak dünya liderleri için birer uyarı niteliğinde çünkü artık mesele yalnızca rakamlar ya da sıcaklık grafikleri değil — insan hayatının ta kendisi.Tam da bu nedenle, Uluslararası Af Örgütü güçlü bir çağrı yapıyor: “Kârı değil, insanı merkeze alın.”

Uluslararası Af Örgütü, 10–21 Kasım’da Brezilya’nın Belém kentinde yapılacak COP30 öncesinde, dünya liderlerine  “Müzakerelerin merkezine kârı değil, insanları koyun.” diyerek güçlü bir çağrı yaptı.

Örgüt, liderleri iklim aktivistlerini korumaya, acil iklim önlemlerini hızlandırmaya ve fosil yakıtlardan tam, hızlı ve adil biçimde çıkmayı taahhüt etmeye davet ediyor.

Açıklamayı yapan Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard, Başkan Trump’ın iklim inkarcılığını hatırlatarak şunları söyledi: “Fosil yakıtsız bir gelecek, insanlığın hayatta kalması için şart. Artık kaçırılmış fırsatlara yer yok. COP30’daki tüm kararlar, insan hakları yükümlülükleriyle uyumlu olmalı.”

Af Örgütü, COP30’un, yıllardır verilen 1,5 derece taahhütlerini geriye döndürmeye çalışanlara karşı kolektif bir direniş fırsatı olduğunu vurguluyor.
Örgüte göre, dünya liderleri hâlâ zaman varken gerçek iklim liderliği göstermeli:
Trump yönetiminin bilimi reddeden politikalarına değil, adalete ve dayanışmaya kulak vermeliler.

Öneriler arasında;

  • Fosil yakıtlardan kademeli ama kesin bir çıkış planı,
     
  • Zengin ülkelerin Kayıp ve Zarar Fonu’na yeni katkılar yapması,
     
  • Ve tüm karar süreçlerinde iklimden en çok etkilenen toplulukların söz sahibi olması yer alıyor.


Bu yıl COP30’a, Uluslararası Af Örgütü delegasyonunda Brezilya, Peru, Ekvador ve Paraguay’dan yerli kadınlar, gençler ve çevre savunucuları da katılacak. Amaç, iklim adaletinin sadece bir hedef değil, bir insan hakkı olduğunu dünya liderlerine hatırlatmak.

Ancak liderlerin önünde toplanacağı masa, hiç bu kadar karanlık verilerle dolu olmamıştı. Bilim insanları uyarıyor: Gezegenin yaşamsal göstergeleri kırmızı alarmda. Yeni raporlar, dünyanın artık kritik bir eşiği aştığını söylüyor.

İklim Değişikliğine Maruz Kalan İnsanlar: Haziran–Ağustos 2025 / Climate Central

Dünyamız, iklim kaosuna doğru hızla sürükleniyor. İnsanın neden olduğu ısınma, sıcaklık ve okyanus ısı rekorlarını altüst ederken, Dünya’nın yaşamsal göstergeleri kırmızı alarma geçmiş durumda. Biyosfer, yani canlı yaşamı destekleyen sistem, geri dönüşü olmayan bir çöküşün eşiğine itiliyor.

Yeni yayımlanan “2025 İklim Durumu Raporu”, izlenen 34 gezegensel göstergenin 22’sinin şimdiye kadarki en yüksek seviyelerinde olduğunu bildiriyor. Artık neredeyse her bölge, artan sıcaklıklar, fırtınalar, seller, kuraklıklar veya yangınlarla karşı karşıya.

Bilim insanlarına göre bu ısınmadaki keskin hızlanma, bulut geri beslemeleri, atmosferdeki soğutucu aerosol miktarının azalması ve karasal karbon yutaklarının zayıflaması gibi etkenlerden kaynaklanıyor. Bu da, sera gazlarının etkilerinin beklenenden daha güçlü ve hızlı biçimde hissedildiği anlamına geliyor.

2024, insanlık tarihinin kayıtlara geçen en sıcak yılı oldu — hatta 125.000 yıl önceki son buzul arası dönemin zirvesinden bile daha sıcak. Atmosferdeki karbondioksit (CO₂) seviyesi, fosil yakıt emisyonlarında büyük bir artış yaşanmamasına rağmen, olağanüstü hızlı bir şekilde yükseliyor. Bunun nedeni; orman yangınlarının artması ve karasal ekosistemlerin karbonu artık daha az emmesi.

Nüfus, et üretimi ve tüketim artmaya devam ederken; siyasi eylemsizlik, yanlış bilgi akışı ve her şeyin önüne ekonomik büyümeyi koyan anlayış, bu acil durumu daha da derinleştiriyor.

Olası kötü senaryolardan kaçınmak için zaman hızla tükeniyor. Bilim insanları, yaşanabilir bir gelecek için derhal sistemsel bir dönüşüm çağrısında bulunuyor: Hızlı emisyon kesintileri, fosil yakıt genişlemesinin sonu, ve gıda, enerji ile yönetişim alanlarında köklü toplumsal değişimler.

Tam da bu dönemde, milyarderler ve güç sahipleri farklı bir dil konuşuyor. Bazıları, krizi küçümseyip dikkatleri başka yöne çekmeye çalışıyor. Ve içlerinden biri, geçtiğimiz hafta tüm dünyanın gündemine oturdu: Bill Gates.

Geçtiğimiz günlerde Bill Gates, CNN’in “şaşırtıcı” diye nitelendirdiği bir not paylaştı. Bu notta, iklim kriziyle mücadeleye ayrılan kaynakların azaltılıp bunun yerine hastalık ve açlıkla mücadeleye yönlendirilmesi gerektiğini savunuyordu.

Dünyanın en zengin insanlarından biri, 122 milyar dolarlık serveti ve fosil yakıtlara yaptığı dev yatırımlarla, gezegenin ısınmasına “bu kadar da takılmayalım” diyordu. Ve medyanın büyük bölümü, bu sözleri tehlikeli bir çıkarcılık olarak değil, “makul bir bilgelik” olarak sunuyordu.

Bill Gates, iklim değişikliğinin “insanlığın sonu olmayacağını” iddia ediyor. Emisyon hedeflerine odaklanmanın “asıl yapılması gereken işleri geciktirdiğini” söylüyor. Kendisini “odadaki aklı başında yetişkin” olarak konumlayıp, gezegenin çöküşünü dile getiren aktivistlerle alay ediyor.

Gates diyor ki: “İkisini birden yapamayız.” Ama dünya zaten yeterince zengin. 122 milyar dolar serveti olan birinin “kaynaklarımız yetmez” demesi, sadece bir bahane. Sorun, kaynakların azlığı değil, adaletsiz paylaşımı.

Peki bunu Jamaika’da evlerini kaybedenlere anlatabilir mi? Ya da 735 bin Kübalıya, ya da deniz seviyesi altında kaybolan ada ülkelerine? Yahut mercan resiflerine bağlı yüz milyonlarca insanın gıda güvencesi yok olurken?

Bu — 2025’te iklim inkârının yeni şekli. Artık açık açık “bilimi reddetmiyorlar.” Onun yerine, “panik yapmayalım”, “gerçekçi olalım” diyerek aciliyeti küçümsüyorlar. Bu “akılcılık” maskesi, aslında eylemsizliği meşrulaştırıyor.

Ve en tehlikeli yanı ne biliyor musunuz? Bu söylem — saygıdeğer, hatta mantıklı olarak sunuluyor.

Ama biz biliyoruz: Gerçek akılcılık, gezegenin çöküşünü görmezden gelmek değil,
onu durdurmak için var gücüyle harekete geçmektir.

Ama doğa, bu inkâr diline çoktan yanıtını verdi. Dünyanın dört bir yanında ormanlar, okyanuslar ve ekosistemler sessiz birer tanık gibi konuşuyor. Avustralya’da yapılan yeni bir araştırma, bu sessiz çığlığın ne kadar derinleştiğini gösteriyor.

Queensland genelindeki tropik ormanlardan toplanan yaklaşık 50 yıllık veriler, çevrenin en önemli karbon yutağının tehdit altında olabileceğini ortaya koydu / Fotoğraf: Ben Blanche / AMCS

Avustralya’daki tropik yağmur ormanları, dünyada ilk kez bir dönüm noktasına ulaştı. Yeni araştırmalara göre, bu ormanlar artık karbonu tutan değil, atmosfere salan birer kaynak haline geldi.

Nature dergisinde yayımlanan çalışmaya göre, özellikle ağaç gövdeleri ve dalları son 25 yıldır net biçimde karbon salıyor. Yani, bu ormanlarda ölen ağaçların sayısı, büyüyen yenilerden çok daha fazla.

Western Sydney Üniversitesi’nden Dr. Hannah Carle, “Bu değişim tropik ormanlarda şimdiye kadar gözlenen ilk örnek” diyor. Avustralya’nın tropik bölgeleri, dünyanın diğer yağmur ormanlarına kıyasla zaten daha sıcak ve kuru bir iklime sahip. Bilim insanlarına göre bu, gelecekte Amazon ve Asya’daki ormanların da yaşayacağı sürecin bir habercisi olabilir.

Melbourne Üniversitesi’nden Prof. David Karoly ise durumu şöyle özetliyor: “Eğer bu eğilim diğer ormanlarda da görülürse, iklim modellerimiz küresel ısınmayı olduğundan az tahmin ediyor demektir. Bu da kötü haber.”

1970’lerden bu yana Queensland eyaletindeki 20 farklı orman alanında 11 binden fazla ağaç üzerinde yapılan ölçümler, iklim krizinin etkilerini artık yalnızca tahminlerle değil, gerçek verilerle ortaya koyuyor. Avustralya’daki bu bulgu, gezegenin karbon dengesinin ne kadar hassas olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Ormanlar susuyor — ve biz, onların uyarılarını duymak zorundayız.

İklim krizinin hikâyesi artık uzak coğrafyaların haberi değil; hepimizin ortak geleceği. Bir tarafta sessizce yok olan ormanlar, diğer tarafta hâlâ eylemsiz kalan liderler var. Ama umut hâlâ bizde, gençlerde, sesini yükseltenlerde. Ben Atlas Sarrafoğlu, bir sonraki programda yeniden buluşmak dileğiyle — kendinize, sevdiklerinize ve gezegenimize lütfen iyi bakın.